top of page

Beklentilerimin Çok Çok Üzerinde: Gökçeada


Yaz diyince ben rotayı adalara çeviriyorum. Bu yaz Sakız Adası, Marmara Adası derken sanki tatil çok çabuk bitiyormuş da ben az ada görmüşüm gibi gelince, hemen bir cuma akşam pazar akşam kaçmalık ada tatili yarattım kendime :) Fiona'nın izinleriyle uğraşmadan o da gelsin istediğim için rotamı Türkiye'ye çevirdim, seçenek Yunanistan kadar çok değil tabii ki. Bozcaada'ya hem daha önce gitmiştim hem de o 'kazıklanıyorum sanırım' hissini çok sevmiyorum ben, illa kazıklanıcaksam Mikonos kazıklasın beni, değsin kazıklandığıma. Dedim hadi Gökçeada olsun ya, daha bakir daha doğal hissi uyandırıyordu bende, öyle de çıktı zaten, hatta benim beklentilerimi baya baya aştı.

Bir cuma akşamı atladık arabımıza, Fiona da arka koltukta, ver elini Kabatepe Limanı. Akşam 21.00 feribotuna bindik, öyle Bozcaada feribotu gibi minik değil, koskocaman bir gemi. Şansımıza güneş çok güzel batıyordu, etrafta çok az insan vardı, inanılmaz bir huzur ve manzara eşliğinde, o 1.5 saat nasıl geçti hiç anlamadan adaya vardık. Otelimize check in yaptığımız gibi tatile start verip yemeğe gittik.

Otele ayrı bir parantez açmak istiyorum, İ NA NIL MAZ DI. Şiddetle, tekmeyle tokatla öneririm, Gökçeada'ya giderseniz kesinlikle Anemos Hotel'de kalın. Mimarisi çok güzel, kahvaltısı muazzam, çalışanları dünya tatlısı, fiyat kalite performansı çok çok iyi. Bizim odamızın önünde çok tatlı bir oturma alanı ve Fiona'nın oynaması için yeşillik bir alan bile vardı. Yeri de çok güzel, gitmeniz gereken en güzel restoranların olduğu Kaleköy'de. Dediğim gibi biz bavulları bırakıp hemen Kaleköy limana indik ve Eleni'de keyif yaptık.

Avokadolu & peynirli mezenin tadı hala damağımda. Bir ağacı tamamen nazar boncuklarıyla dekore etmişler, çok güzel olmuş. Gündüz görüntüsü de şöyle:

Ertesi sabah otelimizde tam annemin hoşuna gidecek 'aşşşırı güçlü bir kahvaltı' yaptık. Bunun anlamı 'Kahvaltı otele dahilken bolca ye, öğlen acıkma' :)

Kahvaltı sonrası, önce biraz köy gezelim dedik ve ilk hedefimiz Zeytinliköy. Sanırım herkes biraz böyle demiş çünkü çok kalabalıktı. Yine de iyi ki gitmişiz, tam bir Rum köyü, Rum teyzeler, Rum amcalar, Rum mimarisi... Ben herkese yasas, kalimera, efharisto diye diye iyice Yunanistan havasına girdim. Köyde bir sürü tatlı mekan var, Mina Cafe, Nostos, Madam'ın Dibek Kahvesi, Baba Hristo. Biz, aralarından Sıcak Kahve'yi seçtik, dibek kahvemizi ve sakızlı muhallebimizi söyledik. Yalnız bu yaz ne sakız yaptı arkadaş?

Aslında biz bir köy daha gezeriz diyorduk ama hava o kadar sıcaktı ki doğğğğruca denize, Laz Koyu'na gittik. Denizi sıcaktı, çok kalabalık değildi, rüzgar yoktu, 2 şezlong 1 şemsiye 25tl idi, daha ne olsundu?

Saat 5e kadar denizin ve güneşin tadını çıkarıp, Gökçeada merkeze gittik. Adada oğlak meşhur, merkez lokantasında oğlak yedik, lezizdi, dış görünüşün esnaflığına aldanmayın gidin yiyin bence.

Kokina'dan kendime ve anneme magnet, Meydani pastanesinden meşhur Efi Badem tatlısı aldım, zar zor yine dünyanın en eski kartpostalını buldum.

Akşam programımız bence Gökçeada'nın olmazsa olmazıydı, hatta çok iddialı konuşuyorum, Imroz Poseidon'da güneşi batırmak için yer bulamazsanız, tatilinizi erteleyin. Önce Yunanca şarkılar, sonra Birsen Tezer ve en son Zeki Müren eşliğinde gün batımı manzarası, deniz, yemek ama en çok ortam. Sanırım bu tatilin en unutulmaz anı, burda geçirdiklerimizin tamamıydı.

Birsen Tezer-Bilsen şarkısını ne zaman duysam buraya dönücem...

Ertesi sabah erkenden uyandık, kahvaltıdan önce Kefaloz Plajına gittik. Bu tatilin 2. unutulmazı buydu benim için. Upuzun rüzgarlı bir plaj, sörf yapanlar çoktan denizde, sabah koşuna çıkmış insanlar, köpekler... Hemen canım Fiona'mı da saldım, çılgınlar gibi koşuşturdu bir oraya bir buraya, biz de sabah yürüyüşümüzü yaptık, sörf yapan insanların fotoğraflarını çektik, ne gaza geldiler ne artist hareketler yaptılar fotoğraf makinasını görünce, inanamazsınız. Bu arada adada bir sürü yabancı insan olduğu dikkatimi çekmişti, bu koyda anladım ki meğer rüzgar sörfüne gelen Bulgarlarmış adanın yabancı turistleri.

Fiona ve beni görenler parmak kaldırsın :)

Günün geri kalanını otelimizin havuzunda geçirdik çünkü otelimiz mükemmeldi demiş miydim?

Patates kızartması, mini hamburger, tavla, kısacası yaza dair hersey. BEN GİTMEK İSTEMİYORUM!

Feribota 2 saat kala otelden kazınarak çıkarıldım ve bari bir köy daha görelim dedik, Bademli'ye gittik, burası da eski bir Rum köyü, yine bol bol yasas, efharisto dedim ve ben bu kötü Zeytinli'den daha çok sevdim. Daha az insan var, huzurlu bir sessizlik var diye mi bilmiyorum ama içime işledi burası.

Yüzyıllık çınarı gördük, StenAda'da son dibek kahvemizi içtik ve feribota binip bizi inanılmaz şaşırtan, bir sürü güzel anı yaşatan Gökçeada'ya veda ettik.

Ps: Feribot dönüşte çok kalabalıktı ve herkes uzaylı görmüş gibi Fiona'ma bakıyordu :) Benim kızın olduğu yerde Aleyna Tilki bile dikkat çekemez.

You Might Also Like:
bottom of page