top of page

Yalnız İyi Yedik: Gdansk Yeme-İçme Rehberi


Dürüst olucam. Ben Gdansk diye bir yerin varlığından ucuz bilet ararken haberdar oldum. Girdim fotoğraflarına baktım ve masterımızı bitirmeyi kutlamak için tatil yeri aradığımız kızlara dedim ki, hem ucuz hem tatlı bir yer buldum, var mısınız? Valla varlardı. Biletlerimizi aldık ve sonra rehberiniz Gözde araştırmalara başladı. Türk gezginlerin sayfalarında çok fazla bir şey bulamayınca başladım yabancı blogları hatmetmeye. Şaşırtıcı bir şekilde herkes buranın gurme bir şehir olduğundan bahsediyordu. Dünyaları yedikten sonra diyebilirim ki evet Gdansk tam ağzınıza layık bir yer, o yüzden yeme-içme rehberini ayrı bir postta yazmaya karar verdim. Kemerlerinizi bağlayın, pantolonun üst düğmesini açın, başlıyoruz!

1) Mandu:

Uçaktan inip, bavulları Airbnb evimize attığımız gibi koşa koşa buraya geldik. Yüce rabbim o ne sıra! 50 dakikaya yakın sadece restorana girip masaya oturabilmek için bekledik. 50 dakika da ismi pierogi olan 'buraların mantısı'nın pişme süresi. Beni evlat edinmelerini istediğim teyzeler tam o esnada hamuru açıp dolduruyorlardı. Annem alınmazsa beni alsın bu teyzeler, her gün evde pierogilerle beslesinler beni.

Hem ilk gun buraya geldik, hem de son gün. Bekleme sürelerinin tamamına değdi böyle bir şey olamaz. İlk gün yediğimiz somon balıklı ve ördekliler müthişti. Ben kızartma olanı pek sevmedim. Kapanışı da tatlı olarak oreolu olanıyla yaptık. Tüm bu yediğimiz ve içtiklerimize kafa başı onar euro ödedik. Gittiğimiz her restoranda fiyatlar hep çok uygundu.

Bizim kızlar da fena yiyip içmiyor hani. Bu mantıların yanına istediğiniz sosu getirebiliyorsunuz. Ben yoğurtlu soğanlı sosun çok iyi olduğunu okumuştum. Kızlardan Veronica 'soğan bana dokunuyor, söylemeyelim' dedi. Dedim madem öyle, bir adet böğürtlenli sos söyleyelim sana, ama ben o soğanlıyı denicem. Soslar geldi, bir baktım Veronica böğürtlenliye dokunmadığı gibi soğanlıyı acımadan döküyor kendi mantılarının üstüne. Neyse tüm seyahat boyunca bunla dalga geçip laf soktuğumu belirtmeliyim. SOS BİTTİ SOS.

Son günse içi beefli, sosu mantarlı bir mantı yedik ki sormayın. İçi ıspanaklı üstü feta peyniri soslu da harikaydı. Denediklerimizden bir tek patatesliyi çok sevmedim ben. Kapanış tabii ki yine Oreo.

2) Drukarnia:

Şehrin en tatlı 3. dalga kahvecilerinden. Ben çok başarılı buldum ama İtalyanlar buna hazır değildi. Dostlarım İtalyanlar kahve konusunda baya geleneksel. Ben espresso & tonic içtim. Aldığım her yudumda yüzleri buruştu:) Onların bir şey içmediklerini söylememe gerek yok sanırım:)

3) Flisak 76:

Tam instagramlık kokteyller yapan bir bar burası. Ben gerçekten hem kokteyllerini, hem mini minnacık kendisini, hem de fiyatlarını çok sevdim. Ressam paletli olanı özellikle öneriyorum, deneyin.

4) Lookier Cafe:

Bir senelik arkadaşımı yeni tanıdım. Meğer Silvia sabah hemen kahvaltı yapmazsa nasıl sinirli oluyormuş anlatamam:) Bir dahaki seyahatlerimiz için çantamda ona özel bisküviler taşıcam:) Kahvaltı için onları Lookier Cafe'ye götürdüm ama 9.30'a kadar bizi içeri almadılar daha açılmadık diye. Böyle sallanaaa sallanaaa. Biz bir şekilde Silvia'yı sakin tuttuk, sonra açılınca dedik saldır! Başla yemeye!

5) Seafood Station:

Detaylarını Gdansk Gezi yazımda anlatıcam ama, şehre çok yakın (20 dakika uzaklıkta) iki küçük şehir daha var. Bunlardan biri Sopot. Tam deniz kıyısında, yemekleriyle ve gece hayatıyla ünlü, tatlı bir şehir. İkinci gün öğlen burayı gezdik, yemeğimizi de bu deniz mahsülleri restoranında yedik. Tek kelimeyle harikaydı. Clara hiç istiridye yememiş hayatında, böylece ona da bir ilk yaşatalım dedik. Bizler insan evladı gibi ikişer tane söylerken, soğancı Veronica 6lı porsiyonu götürdü, götürdü. Yalnız ben de ne lokmasını saymışım kızın:) Clara kızarmış kalamar söyledi, biz geri kalanlarımız da Thai usulü balık çorbası içtik. Veronica 6 istiridye yedi demiş miydim???

6) Dom Sushi:

Baltık denizindeyseniz sushi yenir, daha doğrusu balık ürünlerine dair her şey aşırı gönül rahatlığıyla yenilir. Nehir kenarındaki bu sushiciye oturuyorsunuz ve önünüzde dönen sushilerden dilediğinizi alıp yiyorsunuz. Aldığınız tabağın rengi, o tabağın fiyatını belirliyor. Dilerseniz menüden de istediğiniz şeyi sipariş ediyorsunuz, hazırlayıp getiriyorlar. Oturduk, kızlar tuvalete gitti, bir baktım Veronica tabakları önüne çekmeye başladı, garsona dumpling siparişini verdi. Hey gidi soğancı Veronica seni:) O dumplingi denedim içindeki harcı sırf soğan:)

7) Stara Paczkarnia:

Önünde kuyruklar olan minicik bir fırın burası. Donutlarıyla meşhur. Ben klasiği olan rose'u denedim, gül reçelli. Çikolataya düşkünseniz kafayı yedirtecek çeşitleri de var. Son gün kahvaltıyı burda yapmak istedik Clara ve ben. (Silvia'ya bisküvi almıştık, evden çıkmadan zorla ağzına tıktığımız için o toktu.) Veronica 'Kızlar ya ben dışarda soğukta kahvaltı yapamam, oturarak yapalım.' dedi. Dedik okey biz bunu alalım, yiye yiye yürüyelim, sonra sana kahveyle eşlik ederiz dedik. Biz bunu aldık, ısıra ısıra yürümeye başladık, bir baktım Veronica fırına doğru koşmaya başladı. Kaptı bir tane geldi:) Ah be Veronica'm, seni dinlesek ne soğanlı sosu yicez, ne donut:)

8) Retro Cafe:

Son önerim yine bir kahveci. Baya tatlı bir mekan. Biz girdiğimizde kimse yoktu, bereketimizle geldik herhalde, 10 dakika sonra mekan ağzına kadar doluydu, insanları kapıdan çevirmeye başladılar.

Sonuç olarak Gdansk beni çok şaşırttı. Bu kadar güzel yemekleri, bu kadar güzel mekanları kesinlikle beklemiyordum. Polonya'da gitmek istediğim daha çok şehir, yemek istediğim çok mantı var.

Not: Milano'ya döneli üç gün oldu, çorba dışında bir şey yiyemiyorum hala tokum!

Not 2: Gdansk gezi rehberi için: tık tık

You Might Also Like:
bottom of page