top of page

80 Milyon(!) Yürek Tek Soru: Bu Kız Neden Taşındı?


Milano benburayaasikoldum

Seyahat blogu olmaktan çıkmama az kaldı sanırım, ama son seyahatimden çok bunu yazmam istenince dayanamadım. Aslında taşınmamda çok seyahat etmemin de etkisi var diyerekten konuyu bir şekilde ucundan köşesinden seyahate de bağladığıma göre başlayabiliriz.

Bugüne gelebilmek adına sizi biraz geçmişe götürmem gerekicek. Ta 86 yılının mayıs ayına. Şaka yaptım şaka, o kadar geriye değil. Sadece küçük bir özetle yaşanmışlıklarımı anlatmam lazım ki, bugün neden burda olduğumu gerçekten anlayın. Yalnız bu yazının Pucca tarzı bir yazı olacağını düşünenler şimdiden çıkabilirler çünkü YOK YA OTURUP NE ANLATÇAM ÖZELİMİ.

32 senelik hayatımı 4 chaptera ayırabiliriz:

1) Lise sona kadar olan 19 yıl

2) Milano'da geçen 5 yıl

3) İstanbul'a geri dönüş ve geçen 7 yıl

4) Milano'ya geri dönüş

Ne etti? 40. Mhp'nin 40. yıl dönümü kutlu olsun!!

Neyse kendimi ciddiyete davet edip size bu 4 bölümü (aslında 3. Çünkü sonuncusu yeni başladı ve benim için de süprizlerle dolu) birkaç cümleyle kısaca anlatmak isterim.

19 yaşıma kadar hiç bir zaman sınıfın en popüler kızı olmadım, bence sağlam çirkindim (zaten o döneme dair sakladığım tek bir fotoğraf bile yok), çok inektim ama sınıfta sevilirdim de çünkü notlarını paylaşan, size ders çalıştıran paylaşımcı ineklerdendim, çok özgüvenim var mıydı sanmıyorum, içimde bir yerlerde o zaman da çok komiktim bence de işte esprilerimi sesli yapmaya korkuyordum, bir şekilde sınıfın popüler çocukları tarafından seviliyordum, gittikleri yerlere çağırılıyordum ama o gruba aslında ait değildim. İtalyan Lisesi'nin son yılında çılgınlar gibi Öss'ye hazırlanırken, annem dedi ki, bir de İtalya'da üniversiteye başvur, o gün hasta olursun kötü hissedersin açıkta kalma, kendini garantiye al. Bu esnada üstte kendimi ezik gibi anlattığıma bakmayın, öğrenci birliği başkanıyım, bir turizm firmasıyla çalışıyorum, huzurevi gönüllüsüyüm falan bir yandan da doluyum yani lütfen...Uzun lafın kısası ben İtalya'nın en iyi üniversitelerinden Bocconi'ye kabul edildim, Koç Üniversitesi'nde de istediğim bölümü kazandım. Benim gönlüm Koç'tan yanayken babam benle bir konuşma yaptı hiç unutmuyorum. Burda kalırsan haftasonları arkadaşlarınla en fazla Nişantaşı'na gidip yemek yediğin boş hayatına devam ediceksin, oraya git ve hayatında bir daha karşına çıkmayacak bir deneyim yaşa. Ve böylece benim 5 senelik İtalya maceram başlamış oldu.

İtalya'daki ilk yılım başlı başına bir şok. İtalyan lisesinde bize italyanca falan öğretmemişler. Bölümüm italyanca, 130 kişilik sınıftaki tek yabancı benim, ekonomi okuyorum ve okuduğum bölümü zerre sevmiyorum. İlk senem bana verilen bütçeyi hem kiraya hem elektrik faturasına vs hem kendime yettirmeyi öğrenmek, italyancayı iyi öğrenmek ve kendimi keşfetmeye çalışarak geçti. İtalya bana sahip olamadığım özgüvenimi verdi, kendi başına yaşamak, anadilinden başka bir dilde çok iyi konuşabilmek, farklı kültürden birçok arkadaşa sahip olmak...Çok iyi bir okula gitsem de okuduğum bölümü o kadar sevmedim ki, lise sona kadar okul hayatında tek bir başarısızlık görmeyen ben, ailemi ve kendimi şoka uğratarak üniversiteyi 2 sene uzattım. Neyse ben mezun olduğumda euro 2.1 tl idi, çok da büyük maddi zarara uğramış sayılmazlar :) Bu 5 sene inişleriyle çıkışlarıyla muhteşem bir deneyim oldu ve ben 2011 senesinde sonunda mezun ve bence bambaşka bir insan olarak İstanbul'a geri döndüm.

Çok soran oluyor niye döndün diye. Çünkü neden dönmeyeyim? Şunu anlamanız lazım ki, 2011 senesinde Türkiye böyle bir durumda değildi, şartlar bu kadar zor, insanlar bu kadar tahammülsüz, hayat bu kadar çekilmez değildi ve ben de üniversiteyi bitirip kendi doğduğum yere geri döndüm.

İlk sene adapte olmak o kadar zor oldu ki. Bambaşka bir kültürle geçen 5 sene sonunda değişmekte olan bir Türkiye gerçeği, iş hayatı ve Bahçeşehir trafiği...Evet maalesef ailem Bahceşehir'de oturuyor, evet biliyorum orası İstanbul değil, peki tamam evet orası Yunanistan falan filan.. Onları kırmamak için birkaç sene onlarla yaşamaya devam ettim ama yavaş yavaş hayatımı tamamen şehir içine kaydırdım. İşten çıkıp Kanyon'da spora gidip orda arkadaşlarımla yemek yiyip sonra eve dönünce bir şekilde onlar da evde bensizliğe alışmaya başladılar ve bir gün ansızın Bomonti'deki evi tutuverdim. Şimdi düşünün, şehir içinde güzel bir evim var, haftada en az 4 gün spora gidiyorum, bana güzel kazandıran bir işim, inanılmaz tatlı arkadaşlarım var ve nerdeyse 2 haftada bir cumadan pazara ucuza bulduğumuz biletlerle avrupayı geziyoruz. Bu hayat çok uzun süremezdi değil mi? Tabii ki de sürmedi :) Şimdi burda oturup bunu anlatmıcam, herkesin yaşadığı şeyler, hayatın içinde güzel şeyler de var kötü şeyler de, doğduğumuzda istemeden yaptığımız bir anlaşma bu, mutlu günler de olucak mutsuz günler de olucak ama biz mücadeleye devam edicez. Bir süre sanki hayatımda hiç bişey olmamış gibi yapmaya çalıştım, işe gittim, seyahat ettim, spor yaptım. Hiç bişey değişmemiş gibi yapmak, o değişikliğe adapte olmaktan inanın daha zor. 6 ay kadar sonra dedim ki kimse benim hayatımı alt üst edemez, hayatım alt üst edilecekse onu en iyi ben yaparım:) İşe istifa ederek başladım, anlam yüklediğim ne kadar önemli seyahat varsa hepsini yaptım, sevmediğim bir bölüm okumak her zaman içimde bir yaraydı o yüzden gidenlere çok özendiğim üniversitelerden o çok özendiğim dersleri aldım, Fiona'yı kattım hayatıma daha büyük bir şey olabilir mi, boksa başladım, her ne kadar hala 3-5 kişi olsak da bu blogu açtım vs vs...

Aslında bu dönem benim kendimi ve yaşadığım çevreyi acımasızca eleştirdiğim bir dönem de oldu. Değişim öyle bişey ki bir defa başladı mı durduramıyorsunuz.

Çok sevdiğim İstanbul'u artık sevmemeye başladım, tüm Türkiye'yi bir şehre doldurduk ve yaşamaya çalışıyoruz, saatlerimiz trafikte geçiyor, kurallara uyana enayi gözüyle bakıldığı, yol vermenin salaklık sayıldığı bir trafikte... İstanbul'da çok aktivite var diyoruz da saatlerce işte çalıştıktan sonra kim o trafiği göze alıp da sergiye, tiyatroya gidebiliyor ki?

Yeşillik deseniz yok, ben yeşilliğe hasretim, hepimiz hasretiz, yoksa otoban kenarındaki çimlerde mangal yapan aileler, top oynayan çocuklar olmazdı.

Sonra ben yürümeyi çok severim. İstanbul'da yürünecek kaldırım olmamasını geçtim, bu işin tacizi var, nedensizce gelip omuz atanı var.

Kurtarılmış bölgelere kıstırıldığımızın farkında mısınız peki? Birkaç yer var huzurla gidebildiğimiz. Ve orda huzurlu oturabildiğimiz için hiç hakedilmeyen ütopik hesaplar ödüyoruz.

Bu kadar mutsuz muydu herkes onu da hatırlamıyorum. Yolda gördüğüm insanların yüzlerinden asabiyet, mutsuzluk, anlayışsızlık, tahammülsüzlük ve cehalet akıyor. Cehaletin bu kadar tavan yaptığı bir dönem var mıydı bilmiyorum, zengini de cahil fakiri de. Bir de şu yeni zenginler var, sürekli seri köz isteyen, sahip olduklarını gözümüze gözümüze sokan.

Euro ve dolar kuru hakkında konuşmak bile istemiyorum. Her geçen gün ne kadar fakirleştiğimizi gördükçe çıldırıcak gibi oluyorum.

Bir de bir şey sorucam.Biz böyle sapık bir millet miydik? Yasaların zengini korumasını anlarım, güçlüyü korumasını anlarım, çünkü yasalar önünde herkes eşittir de kimi insanlar daha bir eşittir, ama bana hiç bir zaman yasaların tecavüzcüyü, pedofiliyi, kadın katilini korumasını açıklayamazsınız.

Şimdi diyenler vardır 'sen Türkiye düşmanı ve Avrupa özentisisin, bu memleketi sevmeyen gitsin zaten.' Hayır aslında ben memleketimi çok seviyorum, birşeyi severseniz onda yanlış giden şeyleri görüp düzeltmek istersiniz. Çocuğu yanlış yola girdiğinde onu düzeltmek için savaşan anne mi düşmandır, yoksa iyisin iyi diyip uyuşturucuyu eline sokuşturan mı? Sizi pohpohlayan herkes sizi sevmediği gibi, bazen size karşı savaşan insan da sizin düşmanınız değildir.

Peki madem seviyorsunuz o zaman gitmek değil çözüm, kal ve savaş diyenler var. Ben savaştım. Benim çocuğum asla Ensar vakfına gitmicek ya da Aladağ'da yanan yurtlarda kalmıcak ama ben o çocuklar için de sesimi çıkarttım. O çocukların ana babaları düzenden memnunsa bana yapacak hiçbir şey kalmaz ki. Oy kullandım, 'onlar' oldum, taşkınlık yapmadan vatandaşlık hakkım olan protesto hakkımı kullandım terörist ilan edildim. Demokrasiye inanan bir insan olarak çoğunluğun seçimine saygı göstermek zorundayım ama gel gör ki benim de bir tane hayatım var.

Velhasıl kelam, bu kız neden taşındı derseniz çok sebebi var derim. Kişisel sebeplerim, memleket meseleleri vs vs... Niye İtalya derseniz, çünkü burası artık bir yerde benim 2. vatanım sayılır. Nerde doğduğunuz kadar, 'asıl sizin' nerde doğdunuz da önemli. Neden master olarak Event Management derseniz, çünkü hayatımda bir kez olsun sevdiğim bir şeyi okumak ne demek onu görmek istiyorum.

Son olarak, Türkiye benim vatanım, o hep orda ve ben istediğim zaman geri dönerim. Belki bir yıl sonra, belki on. Vatan sevgisi hiç kimsenin tek elinde değil, bu ülke de kimsenin tapulu malı değil.

Ps: Sordum bizi kıskanmıyorlarmış :(

You Might Also Like:
bottom of page