2019 yazının suyla buluştuğum ilk tatilinden herkese merhaba. Hayatımda ilk defa bir haziran ayını denizsiz, güneşsiz geçirdikten sonra annemin Milano seyahatini fırsat bilip dedim ki hadi haftasonu yakın bir yerlere kaçalım. Hem yakın olsun hem trenle gidilebilsin ki Fiona da bizimle gelsin. Önce Liguria bölgesinde deniz tatili düşündük, sonra dedik ki yok yok, daha bile yakın olsun. İşte Como fikri tam olarak da böyle çıktı. Bir cuma günü Milano Centrale istasyonundan trene atladık ve çok kısa bir sürede (yarım saat gibi) Lecco'ya vardık. Lecco'dan otobüsle Bellagio'ya varmak da 30-40 dakika arası sürdü. Dönüşte farklı bir rota izledik, o da aşağı yukarı aynı süre. Önce Bellagio'dan hızlı feribota bindik ve Como'ya gittik, 15 dakika yürüyerek Como San Giovanni tren istasyonundan Milano'ya geri döndük.
Bellagio mini minnacık bir köy, otobüsten indikten sonra otelimize yürümemiz 5 dakika sürdü sürmedi. Baya güzel bir seçim yapmışız, Grand Hotel Villa Serbelloni muhteşemdi. Odamız o kadar güzeldi ki, tatil sonunda ayrılırken neredeyse ağlıcaktım. İlk önce manzaraya karşı türk kahvelerimizi içtik, yok otelde türk kahvesi yoktu, annem her gittiği yere yanında türk kahvesi makinası götürür, bizimkisi öyle bir bağımlılık.
Villa Serbelloni tam gölün kenarında, koskocaman bir bahçesi, havuzu ve küçük bir kumluk alanı var.
Fiona'yı da alıp kendimizi hemen kumsala attık atmasına da, maalesef köpekleri kumsala almadıklarını söylediler.
İtalya'da köpekle aklınıza gelebilecek her yere girebilirsiniz, en lüks restoranlara bile. Süpermarket ve plaj hariç. Bazı yerlerde köpeklerin de girebileceği plaj var ama çok az. Yunanistan'da bu konuda hiç zorlanmamıştık. Neyse, aramızdaki en zayıf halka Fiona seçildi ve biz gölde yüzüp, güneşlenirken o, odamızda kaldı.
Gölde çok yüzmüşlüğüm yoktur, su çok olmasa da soğuktu, bir de tuz olmayınca kaldırma kuvveti bildiğiniz sıfır. Yine de güzeldi, suya, güneşe, bikinilerime kavuşmuştum, benden mutlusu yoktu. Öğlen plajın hemen yanında pizza ve patates kızartması yedik. Aslında tüm öğünlerimizi otelimizde yedik, restoranlarına dışardan da misafir alıyorlar ve bence baya başarılı hepsi.
Suyun yanında insan vaktin nasıl geçtiğini anlamıyor, bir baktık ki akşam olmuş. Minik kızımı da alıp Bellagio keşfine çıktık. Yarım saatte baştan sona kadar gezebileceğiniz kadar küçük ama bir o kadar da keyifli bir köy kendisi.
Akşam yemeğimizi, yine otelimizdeki La Goletta'da yedik ve çok memnun kaldık. Ben ahtapot yedim, annem et.
Ertesi sabah güne harika bir kahvaltıyla başladık.
Saat hala çok erkendi, çok sıcak değildi, Fiona'yı da alıp göl kenarında güzel bir yürüyüş yaptık. Günün geri kalanındaysa bolca güneş ve yüzme.
Akşama doğru hava öyle bir bozdu ki sizlere anlatamam. Ben ki tatilde yağmur yağmasından nefret ederim, tüm moralim bozulur, bu yağmura deyim yerindeyse aşık oldum. Şimdi yağmur diyorum ama aslında bildiğiniz fırtınaydı, şimşekler, gök gürültüleri Como'ya o kadar yakıştı ki.
Üzülmememin bir diğer sebebi de, zaten yine otelden çıkmıcaktık :) Otelimizdeki bir diğer restoran Mistral, bir Michelin yıldızlı, onu denemeye gittik.
Ben hakkında çok fazla yorum duyduğum için soğuk spaghettiyi seçtim ama benim damak tadıma uygun değildi. Annemin etiyse mükemmeldi.
Pazar günü son günümüzdü. Plajın tadını sonuna kadar çıkarttık ve içimizde bir buruklukla Milano'ya geri döndük.
Burda yaşadığım müddetçe, her sene, Como'ya böyle küçük bir kaçış yapmaya karar verdim. Bellagio dışında da bir sürü tatlı köy var. Hatta feribotla geçerken beğendiklerimi harita üzerinde işaretledim bile. Hepsini keşfetmek için sabırsızlanıyorum.
