top of page

Otuzlu Yaşlarımda Ben


benburayaasikoldum gözde Gülsoy

Bu yazıyı yazma sebebim, sanırım bu sene yaşımla en çok yüzleştiğim sene oldu. Nedenlerine gelmeden;

29'a girdiğim sene korkunçtu. Normalde saat tam 12'de heyecanla arkadaşlarımın mesaj atmasını bekleyen ben, telefonumu uçak moduna aldım ama uyuyamadım. Saatlerce hayatımı analiz ettim. 20li yaşlarımın son yılıydı, bekardım, hala ailemle yaşıyordum çünkü annemle babam taşınırsam çok üzülücekti, işim stresliydi. Kısacası 20li yaşlarımın başında hayalini kurduğum hayattan çok farklı bir noktadaydım. Mutsuzdum diyemem, sadece hedeflediğim yerde değildim. O gece kendimle çılgın bir hesaplaşma yaşadım ve o yeni yaşı gerçekten inanılmaz verimli geçirdim. Özel hayatım iyiydi, kendi evime taşındım, iş hala stresliydi ama çılgınlar gibi spor yaparak dengeliyordum. 30'uma kendimden emin girdim. 30la 33 arası çok çalkantılı geçse de, zaman zaman kötü günlerim olsa da ben bu yaşları yirmilerden çok daha sevdim.

30larınızda ilk önce 20lerde yaşadığınız o panik ruh hali gidiyor, yerine kendini tanıyan, ne istediğini ama öncelikle ne istemediğini çok iyi bilen, kendini diğer insanlara göre ön sıraya koyan, 'elalem ne der?' değil de 'Ben ne istiyorum?' diyen, hayattaki her şeyi kontrol edemeyeceğini anlamış ve elinden gelenin en iyisini yaptıktan sonra akışına bırakan biri geliyor.

Şimdi düşününce en güzel yıllarımızda bize dayatılan mahalle baskısını daha net görebiliyorum. Yazılı bir kural yok ama bizden beklenen bir yaşam biçimi var. İyi bir liseye gir, sonra iyi bir üniversite, orda hayatının aşkını bul, askere git, üniversite bitince evlen, işe gir, kazancı güzel olsun illa sevmene gerek yok zaten kim işini sever ki, birinci çocuğu yap, şimdi ikinciyi, kredi çek ve ev al, araba al, yazlığın olsun, yılda 2 kez tatile çık, çocukların büyüsün, çocukların evlensin, torun sahibi ol, okey şimdi görev tamam, ölebilirsin. Ve siz eğer bu yazısız kurala uymayan bir hayat yaşıyorsanız toplum sizi düzeltmek istiyor. Neden evlenmedin? Seni Gülnihal teyzenin oğluyla mı tanıştırsak? Veya diyelim ki evlendiniz cesaretiniz varsa sesli olarak 'Biz çocuk düşünmüyoruz.' diyin. Ya da çocuk yaptınız diyelim, toplum yine mutlu değil, ikinciyi ne zaman yapıcaksınız? Diyelim ki eşiniz ve siz ev kredisi için çalışmak yerine kazandığınız parayla dünyayı gezmek, seyahate harcamak istiyorsunuz, oysa topluma göre başınızı sokucak eviniz olmadan gezmeniz çılgınlık, sokağa para atmaktan farkı yok, hemen Beylikdüzü'nde yeni yapılan evlerden birini almalısınız, boşanmak mı, ne demek boşanmak, evlilikte olur öyle şeyler, otur oturduğun yerde.

İçimizde bu toplum baskısına maruz kalmamış tek bir kişi bile yoktur. Kimse demez, evlenmedi çünkü diğer yarısıyla daha karşılaşmadı, ya da annelik duygusunu hissetmiyor ondan çocuk yapmıyor, ya da çocuğu olmuyor, ya da ikinci çocuğu yapmıyorlar çünkü 2 çocuğa bakacak maddi gücü kendilerinde bulmuyorlar veya ev almıyorlar çünkü hayalleri ev değil dünyayı gezmek ve o çiftin boşanması lazım çünkü kimse bir ömrü mutsuz geçirmeyi kabullenmemeli. İşte ben 20li yaşlarımda bu mahalle baskısının beni içten içe yönetmesine, korkutmasına ve eksikmişim, bende bir hata varmış gibi hissettirmesine izin verdim. Son 3 yıldır bana kendimi daha cesur, daha özgür hissettiren şey o baskıyı çok daha az hissetmek. Hissetmemek diyemiyorum çünkü hala zaman zaman buna yenik düşüyorum, ama kendime o zamanlar hissettiğim mutsuzluk duygusunun suni olduğunu hatırlatabiliyorum.

Milano'dan İstanbul'a geri döndüğümde 25 yaşındaydım, İstanbul'daki özellikle ilk 2 senem çok zor geçti, biraz bocaladım. Ailem istersem Master yapmak için geri dönebileceğimi söyledi ama ben dönmeye korktum. 27 yaşındaydım, artık hayatımın aşkıyla tanışıp güzel bir yuva kurup güzel bebekler yapmalı ve tüm bunları yaparken de bir kariyer inşa etmeliydim. Hikayenin nasıl gittiğini biliyorsunuz. O gün cesaret edemediğim şeye 32 yaşımda gözüm kapalı atladım. Çünkü 20li yaşlarındaki güzel kardeşim, aslında hiç bir şey için geç kalmadın, acele etmek zorunda değilsin, daha çok gençsin, 30larında da gençsin, hatta 40 yaşındaki arkadaşlarım en güzel yaşların onlar olduğunu çünkü kendilerini inanılmaz özgür hissettiklerini söylüyorlar.

Ama hiç mi kötü yönü yok derseniz, bazı yönler var, iyi mi kötü mü olduğuna sizin bakış açınız karar verir.

Aşık olmak çok zor. Aşkın o saf ve masum halleri gidiyor çünkü hayat kafanıza vura vura size aşkın geçici olduğunu öğretiyor. Sen olmasan ben ölürüm diyen insanı bir sene sonra başkasıyla el ele görüyorsunuz ya da evlenme planları yaptığınız kadının, başka bir adamın yanında, nikah defterini gururla havaya kaldırdığı fotoğrafına denk geliyorsunuz. Aşkın olmadığını değil ama aşkın geçici olduğunu öğrendim ben. Sevmiyor değilsiniz, seviyorsunuz, belki de çok, ama işte o süre içinde seviyorsunuz, sonsuza dek değil. Bunu birkaç defa yaşadıktan sonra artık o Amerikan filmlerinden öğrendiğimiz yıllaaaarca aynı heyecanla süren aşkların gerçek olmadığıyla yüzleşmek kafama bir balyoz yemek gibiydi. Sanırım büyümekle ilgili beni en çok üzen şey bu oldu, saf aşkın sadece annem ve babamdan geldiğini anlamak...Ama sanırım aşktan daha önemli bir şey var: birbirinin suç ortağı olmak. Artık birine aşık olmanın hayalini kurmuyorum, biriyle yan yana, sırt sırta, güvenle mücadele etmek. Annemle babamda gördüğüm bu uyumu, hiç bir Amerikan romantik komedisinde gördüğüm tutkulu aşka değişmem.

Kötü yönlerden devam edelim: Evlenmek. Yanlış anlaşılmasın evlenmek kötüdür demiyorum ama 20lerinden sonra evlenmek zor. Bazı şeyler cahil cesareti ister, tam olarak neye bulaştığını bilmeden bodoslama dalmanı gerektirir. Evlilik bence bunlardan biri. 30larına geldiğinde hem daha seçici oluyorsun hem daha bencil. Benim yaşıtım bazı bekar arkadaşlarım gerçekten çok evlenmek istiyor, hatta bazıları için bu bir hedef olmuş, sürekli evlendirilme amacı ile dateler oluyor, bazen çok büyük bir aşk olmasa bile kağıt üzerinde beğenilen talip ile evleniliyor da. Saygım sonsuz çünkü benim ne istediğini bilen, hedefi koyan ve ulaşmak için çabalayan insanlara, benden farklı düşünseler bile saygı duyuyorum, helal olsun iyi yapıyorlar. Bende durum biraz farklı, evlilik bir hedef değil, ben kendime mutlu olma hedefi koydum ve şu anda mutluyum, güzel bir hayatım, iyi bir ailem, Fiona'm, sevdiğim dostlarım, sağlığım, Milano, seyahatlerim, terasım, okulum. Eğer hayattaki tüm bu şansımın yanında bir de bu mutluluğuma ortak olucak biri çıkarsa seve seve evlenirim, çocuk da yapmak isterim. Ama iki kişilik bir mutsuzluktansa tek kişilik bir mutluluk her zaman tercihim olucak.

Neden bu yazıyı yazdığıma gelirsek, en başta da söylediğim gibi bu sene yaşımla çok yüzleştiğim bir sene oldu. Ben master sınıfımdaki en büyük kişiyim, hatta 30larında olan tek kişiyim. Her derse sektörden biri gelip kendi yaptıklarını anlatıyor, bu demektir ki biz her derse gelen hocaya ismimizi, yaşımızı ve şimdiye kadar yaptıklarımızı söylüyoruz, kısacası tanışma merasimi adı altında kendimizi tanıtıyoruz. Sınıfın geri kalanı konuşmasına 23 yaşındayım, 26 yaşındayım derken her seferinde 33 olduğumu söylemek, onlar daha kariyerlerinin başındayken benim 33 yaşında yepyeni bir sektöre sıfırdan giriyor olmam bazı günler çok ağır geliyor. Yaşıtım olan hatta benden küçük olan hocalar bile oldu. Sınıf arkadaşlarımla grup çalışmamız yapmamız gerekiyor, onların konuşmalarını duyduğumda çok çocuk geldikleri oluyor. Bazen 'Geç mi kaldım?', 'Bazı şeyler için yaşlandım mı?', 'Kendi sektörümde devam mı etseydim?' diye soruyorum kendime. Hep değil ama nadir de olsa kendimi uzaylı hissettiğim oluyor. Zaten içlerindeki tek yabancıyım bir de en büyük olmaya gerek var mıydı? Sonra kendime şunu hatırlatıyorum. 12 yaşındayken İtalya'ya bir ailenin yanında kalıp dil geliştirmeye gelmiştim, benle aynı evde kalan 70li yaşlarında Arjantinli bir karı koca vardı, düşünün o yaşta italyanca öğrenmeye başlamışlar, hatta piyano dersleri de alıyorlardı. Birkaç sene onlarla mektup arkadaşı bile oldum sonra izimizi kaybettik. Eğer o gün onlar kendilerine 'Geç mi kaldık?' diye sormadılarsa benim 33 yaşında bunu kendime sormaya hakkım yok.

Bu yazı gezi yazısı olmadı farkındayım:) Ama ben bu blogda hayatıma dair herşey olsun, yaşlanınca (100 yaş falan) okuyup anıları yad etmek istiyorum. Yakında size küçük ve aptal sınıf arkadaşlarım ve onların maceralarını da anlatıcam. Yazdıkça ben de rahatlarım belki çünkü bazen hepsini tokatlamak istiyorum.

You Might Also Like:
bottom of page