top of page

Aile ve Yangın: İki Kelimeyle Marmara Adası 2019 Yaz Tatili


Ben bu yaz Marmara adasını yazmayı resmen unutmuşum! 2020 seyahat planlarının düşünüldüğü bugünlerde (ben 2021'i bile şimdiden düşünüyorum gerçi) belki yazın bir haftasonu kaçmalık yer önerisi olur size. Benim için de ilerde okuyup içimi ısıtmalık bir hatıra olarak dursun. Şurda adayla ilgili genel bir yazımı bulabilirsiniz. (tık tık) Gelelim benim 2019 yazı ada maceralarıma:

Fiona hayatımda olduğundan beri ben adaya deniz otobüsüyle gitmiyorum çünkü köpekleri kafesleriyle geminin dışında götürmeniz lazım. Biz de Fiona'yla arabamıza atlayıp Tekirdağ'dan arabalı feribotla geçiyoruz.

Fiona deyim yerindeyse adaya tapıyor. Koskocaman bir bahçe, bahçe içinde 3 ev, bizim evde dedemler, diğer evlerde annemin kuzenleri, onların çocukları. Kısacası bahçe tıklım tıklım insan, hepsi bizim kızı şımartıyor. Bu sene de kurban bayramına denk getirdik gidişimizi. Aşağıdaki fotoğrafta aile üyelerimizin sadece bir kısmı(!) var, diğer kısım tatili başka yerlerde geçirdi.

Bizim bahçenin iki büyük başrolü var. Mete Abim (annemin kuzeni) ve eşi Pınar Abla. İkisi bahçede düzenlenen her organizasyonun arkasındaki isimler. Bir kere sabahtan akşama kadar mangalları hep açık olur. Sabah kahvaltısında sucuklar pişer, öğlen ahtapot kokoreç veya normal kokoreç, gece de mangal. Bu sene de bu şaşmadı.

Gelen bir leğen midye ve onların midyeli spaghettiye dönüşmesini saymıyorum bile.

Ama bu sene yaptıkları en güzel şey, bahçeye açık hava sineması yapmalarıydı. Projeksiyon, ses sistemi ve sinema perdesiyle kah bahçeye kurulduk kah kumsala indik, mısırlar patlatıldı, çekirdekler çıtlatıldı, adanın dondurması açıldı ve nerdeyse her akşam başka bir aile-komedi filmi izledik. Umarım bunu her sene tekrarlarız ya...

Bu genç çiftin jet skiden atvye, sörften su kayağına kadar birçok oyuncakları var ve hepsiyle bizim de oynamamıza izin veriyorlar:)

Adaya geldiğim ilk gün, her zaman olduğu gibi, anneannemle Birol'a yemeğe gittik. Dedem dışarda yemek yemeği sevmiyor o yüzden onu ikna etme çalışmalarını seneler önce bıraktım. Biz de benim tatilimin ilk günü anneannemle baş başa yemek yiyip günlerimiz nasıl geçiyor diye konuşuyoruz, sonra anneannem bana çocukluğundan ve gençliğinden anılarını anlatıyor. Ben belki yüzüncü defa dinliyor olsam bile yine de tekrar dinliyorum anılarını...Çünkü her seferinde çok sevimli anlatıyor, yerim onu...

Adada arkadaş ağırlamayı inanılmaz seviyorum. Gizem bunların başında geliyor. Ben gittikten iki gün sonra da kaçtı o geldi.

Önce bütün gün terasta ıstakoz olana kadar güneşlendik, dondurma yedik, müzik açıp dans ettik, nefes almadan konuştuk.

Akşam olunca ver elini Birol'a.

Ertesi sabah Meksika(!) tulumu bile eksik olmayan bir kahvaltı yaptık tam denizin önünde, sonra da tekneyle açılıp farklı koyları gezdik.

Gizemle kısa kaçamağımız sona erip o gittikten sonra annemler ve Göksu geldi.

Mantılar, gün batımına karşı kahve keyifleri, tekne, kumsalda yürüyüşler...Çok güzeldi çok...

Yaza dair en sevdiğim şeylerden biri de incik boncuk alışverişi. Adanın limanında birkaç tatlı dükkan var her sene talan ettiğim. Bu sene inanılmaz güzel bir midyeli yüzükle yine bir sürü bilezik aldım. Şu yüzüğe sadece 10 tl verdim ben şok.

Tüm tatil harika gidiyordu. Taa ki bir öğlen, adanın tepesinde küçük bir yangın çıktığını fark ettiğimiz ana kadar. O gün çok rüzgar vardı dostlarım, öyle böyle değil ve tam olarak bu rüzgarlı günde, emekli bir öğretmen, bahçesindeki çalıları yakmaya karar vermiş. Bu cahilliğe gerçekten inanamıyorum. Sen emeklisin, bu ne demek bu vaktin var demek ve sen öğretmensin yani aslında bu kadar cahil olup bu rüzgarda yangın çıkartmaman lazım. Zaten çalı yakmak nedir arkadaş, sen oraları temizlemiceksin diye bütün börtü böcekleri de öldürmenin manası nedir? Bu cahil adamın iddasına göre ateş bir süre sonra tüm bahçeyi sarmış, söndürmeyi başaramamış, itfaiye aramalarına çok geç cevap vermiş. Tekneyle çıkıp biraz duruma bakalım dedik, adanın arkası ateşler içindeydi. Kül içinde kaldık, önümüzü görmemiz bile mümkün değildi. Göz yaşlarıma hakim olamadım çünkü burası benim çocukluğum, küçüklüğüm ve gözlerimin önünde cayır cayır yanıyordu.

Bir türlü yardım gelmedi, rüzgar gittikçe arttı ve helikopterler geldiğinde yangın büyük bir alanı sarmış ve bizim evimize doğru gelmeye başlamıştı bile. O anları ölsem unutmam, bizim evimiz küçük bir koyda, kaçılacak çok fazla alan yok. Helikopterler belli bir süre sonra gittiler. Birçok feribot insanları almak için iskeleye yanaştı, turistler binip gittiler. Bir an evimize baktık, burayı son bir defa görüyormuşuz gibi. Annem anneannemlere değerli eşyalarını toplamalarını söyledi, dedemse evi asla bırakmayacağını. Aklıma Yunanistan'daki ada yangınları geldi, insanların yangından kaçarken denize çok az kala yanarak ölmesi...Arabaya en gerekli şeyleri doldurduk ama o an düşündüğüm şey insanların o panikle kaçmak için bizi arabadan indirip kendi gidecekleriydi...Böyle apokaliptik zombi filmleri geçiyordu aklımdan. Kuzenlerim tüm haber kanallarına video yollayarak yardım istiyor, yangının artık evlere geldiğini söylüyorlardı. Tam artık arabaya binip gitmeye hazırlanırken, evimize son kez bakarken rüzgar yön değiştirdi ve yangın tam tersi yöne gitti. Bizim evlere gelmiyordu artık ama ada yanmaya tam gaz devam ediyordu. Yangın sabaha karşı kontrol altına alındı, ertesi gün de söndürüldü. O gün sabaha kadar uyumadık tabii ki çünkü rüzgarın şiddeti hiç durmadı ve uyurken yangına yakalanmaktan çok korktuk. Ertesi gün yangının verdiği hasarı görmek için çıktık. Hayvan ölüleri, yanan evler ve yanan ağaçlar... Hepsi bir cahil bahçesindeki çalıları yaktığı için öldü. Ne kadar üzüldüğümü anlatamam.

Tüm bu olayda beni sevindiren iki gelişme oldu. Birincisi o deli hapse atıldı, ikincisiyse ada yeniden ağaçlandırılmaya başlandı bile.

Marmara adası, dünya üzerinde en sevdiğim yer, çocukluğum, bu yaz yine kavuşucaz, tıpkı her yaz olduğu gibi...

You Might Also Like:
bottom of page