top of page

Yurtdışında Yaşamanın Duygusal Boyutu: Bölüm 1


Yurtdışında yaşamakla ilgili insanın en çok gözünü korkutan şeylerden biri ailesini, arkadaşlarını, alıştığı düzenini bırakmak, yeni girdiği düzeneyse alışamamaktır. Özellikle ilk birkaç ay deyim yerindeyse korkunç geçer. Ben bu taşınışımda herhangi bir adaptasyon sorunu çekmeyi bırakın, sanki hiç İstanbul'a geri dönmemişim ve senelerce burda yaşamışım gibi hissettim. Çünkü çok ihtiyacım vardı. Düzenimden, işimden, alışkanlıklarımdan ciddi anlamda sıkılmıştım, her şeyi sıfırlayıp yeniden başlamak istiyordum. Yeni bir sektörde master, yeni ev, yeni şehir o kadar iyi geldi ki, bir kez bile, keşke gelmeseydim veya keşke geri dönsem düşünceleri aklımdan geçmedi. Ama ilk gelişim öyle miydi? Onda çok zorlanmıştım. 12 Eylül 2005'te ağlaya ağlaya uçağa binmiş, ekim sonuna kadar bir saniye gözyaşlarım durmamıştı. Tabii o zamanlar 19 yaşında olup yetişkin hayatına yeni adım atıyor olmamın etkisi de çok büyük.

İlk hafta annem de benle gelmişti. O zamanlar ikimizin de şu andaki yabancı ülke tecrübesi yok. Oteli bile acente ayarlamış taa şehir dışında. İsmini unutmam 'Da Vinci Hotel' Bir hafta sonra annem gidicek diye ona sarılarak yatardım, sarıldıkça ağlamam gelirdi. Okul kaydımı yaptırdık, biraz Milano keşfi yaptık, evi ben bir arkadaşımla bulucaktım, onun gelmesini bekliyordum. Annemin gidiş günü geldi, uçağı sabah çok erkendi, ben uyurken benle vedalaştı, o an anlamadım, o sabah kalktım, odaya baktım annem yok. Kalbimdeki acı ve yalnızlığı anlatamam. Her sabah onla çıktığımız otelden tek başıma çıkmak, onunla yaptığımız yolları tek yapmak o kadar çok koymuştu ki. Da Vinci Hotel'e 14 sene sonra yolum düştü. Bir iş arkadaşım orda kalıyormuş, arabayla onu almaya gittik. Tüm anılarım yeniden canlandı, yine kalbim acıdı, öyle bir iz bırakmış bende.

Annem gittikten sonra beraber ev bakacağım arkadaşım geldi ama öyle baskın bir annesi vardı ki, daha ilk dakika bizim bu kızla beraber yaşamamızın imkan ihtimali olmadığını anladım. İki haftalık ev aramamızı kadın burnumdan getirdi, en sonunda ayrı evlere bakmaya karar verdik. Başladım tek başıma aramaya, o esnada otelden çıkmış ve okula yakın bir hostele geçmiştim. Arıyorum arıyorum, bulamıyorum. Ya evler çok pahalı, bütçeme uygun olanlarda köpek bağlasanız durmaz, öyle bir rezalet. Bir yandan okul başladı, kendime güvenim sıfır, 130 kişilik sınıftaki tek yabancıyım ve İtalyanca ekonomi dersleri yapıyoruz, ben bir anda yeterli İtalyanca bilmediğimi fark ettim. Tüm öğrencilerin Türk olduğu bir sınıfta İtalyan öğretmen yavaş yavaş, gerizekalıya anlatır gibi anlatırken, üniversitede taramalı tüfek gibi anlatıyorlardı. İtalyancamın olmadığını fark edince kendimi herkesten çektim. Kimseyle konuşmuyor, en arka sıraya geçiyor, bir an önce ders bitse de kaçsam diye dakikaları sayıyordum. Yarı dönem sınavları geldi bile ve ben hepsinden kaldım. Hala hostelde kalıyorum evim de yok, artık aileden yardım isteme zamanı gelmiş de geçiyordu. Annem geldi. Ne yalan söyleyeyim hızır gibi yetişti. Ben okuldayken o bir emlakçı kadın bulmuş, kadın İngilizce bilmiyor ama sorun yok annemin İngilizcesi de çok iyi değil. Biri Türkçe diğeri İtalyanca konuşa konuşa inanır mısınız ilk günden bana ev buldular, ikinci günü annemle hostelden eşyalarımı alıp yerleştik. Oh be, bir sorun çözülmüştü. Ve yine annemin gidiş zamanı gelmişti. Uçağı yine sabah erkendendi, o yıldan beri sabah erken uçuşlarından nefret ederim. Yine beni kaldırmadan öptü ve çıktı. Bu sefer uyandım, artık bu gidişler nasıl travma olduysa pencereye koştum. Annem tramvay durağında bekliyor, benim pencereden durak gözüküyor. Düşünün sabahın 5inde pencerenden 'Anne nolur gitme' diye ağlaya ağlaya seslenen bir kız. Annem el salladı, öpücükler gönderdi. Birkaç sene sonra anlattı, o da o tramvay yolunu ağlaya ağlaya yapmış.

Neyse böyle travmatik geçen iki ayın sonunda dedim kendine gel. Burda geçireceğin birkaç sene. Göz açıp kapayıncaya kadar geçicek. Artık olmayan İtalyancanı geliştir, olabildiğince fazla insanla tanış ve ders çalış. 2016 yazında tatil için İstanbul'a dönerken, hala en yakın arkadaşlarım olan Gizem, Giulia ve Nicolo hayatıma girmişlerdi, sular seller gibi İtalyanca konuşuyordum ve o bir senede olan 11 dersimden sadece birinden geçebilmiştim:) Okul hayatımın ilk yılını feda etmiş olsam da dile ve arkadaş edinmeye ağırlık verdiğim için keyfim baya yerindeydi. Yurtdışında yaşamanın duygusal zorluklarından adaptasyon ve arkadaş bulma sorununu, hep çok ısrarla söylediğim gibi, yaşadığım yerin dilini öğrenmeye çok emek vererek atlatmayı başardım. Aslında güzel ve güvenilir arkadaşlar bulma, aynı zamanda ailenizin yokluğunun yarattığı boşluğa da iyi geliyor. Tam olarak dolduruyor diyemem ama katlanabilir yapıyor.

O ilk iki ayda kimse benle konuşmadı, dışlanıyorum diye düşünebilirdim ama asıl sorunun, benim kendime olan güvensizliğim olduğunu fark ettim. Ben insanlardan kendimi çekiyordum. Ben yalnız kalmak istiyordum. Ne zamanki kendimi iletişime zorladım, kimse bana sen yabancısın sen git demedi, hatta ne yalan söyleyeyim, ben bir adım attımsa insanlar bana iki adım attı. Yabancı olmanızı negatif yaşarsanız insanlar da öyle yaşıyor, ben o negatifliği egzotiklikmiş gibi yaşamaya karar verdim :) Yani bir Türk ne kadar egzotik olabilir bilmiyorum ama :) Farklı olmak kötü bir şey değil tam tersine baya ilgi çekici. Ama bu farklılık sizin adaptasyonunuzu zorlaştıran bir şey olmamalı. Hem onların kültürüne ayak uydurmalı hem de sizin kültürünüzün güzel farklılıklarını insanlara göstermelisiniz. Kısacası her şey sizin yaptığınız sunumda. Kendinizi nasıl gösterirseniz, insanlar da sizi öyle görüyor.

Yazıyı, çok uzun olmaması için burda bitiriyorum. İkinci bölümde yurtdışında yaşarken aile kayıplarıyla baş etmek ve bu yıllarda yurtdışında yaşamanın duygusal olarak, eskiden yaşamaktan daha kolay oluşunu yine kendimden örnekler vererek anlatıcam.

You Might Also Like:
bottom of page