top of page

Yaşla Beraber Değişen Tatil Anlayışım


18li yaşlarımdayken en güzel tatil, Bodrum Türkbükü'nde bir pansiyona yerleşip yine Türkbükü'ndeki mekanları sabah akşam, sıra sıra gezmekti. Happy hourlarda koltukların üzerinde zıplayarak Türkçe şarkılar eşliğinde dans etmek, akşam Ship a Hoy'da stand yapmak, geceyi bir mantıcıda bitirmek...

20li yaşların başlarından ortalarına 'Ya ben Bodrum'da karşı locada Ali Ağaoğlu'nu görene kadar, aynı paraya Mikonos'ta Victoria's Secret melekleriyle karşılıklı göbek atarım.' mantığına geçtim, hakikaten Nammos'ta Alessandra Ambrosio ile karşılıklı dans etmişliğimiz mevcut. Daha doğrusu o şöyle oldu, ben arkadaşımı dürte dürte 'Aaaa kızım bak Alessandra Ambrosio' diye diye dans ettim, o beni ne gördü ne taktı.

25lerimden sonra hayatıma skyscanner girdi. Kimi kadınların hayatına bir erkek girer ve ayaklarını yerden keser, benim hayatıma skycanner girdi ve hakikaten ayaklarımı yerden kesti. Uç babam uç. Ve tüm tatil anlayışımı yerle bir etti. Bir kere tatil yoktu artık seyahat vardı ve bu bir yaşam tarzıydı. Her yaz, aynı koyun farklı mekanlarını keşfetmek yerini, dünyanın farklı köşelerini keşfe bıraktı. İki haftada bir skyscannerdan en ucuz destinasyonu seçip, cuma ofisten bavulumla çıkıp havaalanına gider, cumartesi - pazar kilometrelerce yürüyüp, pazar akşamı geri döner, pazartesi ofise giderdim. Böyle böyle Avrupa'nın büyük kısmı bitti.

Seyahat insanı sadece geliştirmiyor, aynı zamanda değiştiriyor da. Eskisi gibi bir hafta Bodrum'da bir koyda kapalı kalmam artık imkansız. Hiç gitmem, hiç happy hour yapmam, geceyi bir mantıcıda bitirmem demiyorum, onun da keyfi başkaydı, yine olsa yine yaparım, ama bir gün, iki gün. Bir haftalık bir tatilim olsa, ki çok şükür zaman zaman oluyor, vaktimi ve paramı artık bunlara harcamam.

Lüks mekanlara ve lüks otellere hangimiz hayır diyebiliriz ki? Ama benim yeni seyahat anlayışımda lüks mekanlar yerini lokal insanların gittiği gurme mekanlara, lüks otellerse merkezi, tatlı ve ekonomik airbnb evlere bıraktı. Lüks bir otelde kalıcaksam, bunun çok ama çok özel bir destinasyonda, yine çok özel bir deneyim olması lazım. Mesela Laponya'da igloo otelde kalmak ve kuzey ışıklarını orda izlemek gibi:

Veya İzlanda'da bubble otelde kalmıştık Erenle. Çok pahalı olduğu için sadece bir gece kaldık ama bu deneyimi yaşamasak çok üzülürdük.

Yine soruyorum, kim lüks bir restoranda güzel bir yemek yemek istemez ki? Yine de, ben seyahat ederken sadece lüks diye bir yere yemeğe gitmek yerine bu sadece bir deneyimse gidiyorum. Yoksa ver elini gurme esnaf lokantaları. Deneyimden kastım, mesela Puglia'daki Grotta Palazzese, denizin üstündeki bir mağarada akşam yemeği. Buna verdiğim paraya acımam, acımamıştım da.

Kendime şu soruyu soruyorum, 'Bu çok nadir yapabileceğim bir deneyim mi?' Sadece cevap evetse, 10 gün peynir ekmek yer, oraya yine de giderim ve yine kalırım.

Yaşla beraber, doğada olma ihtiyacım da arttı. Suni mekanlardansa doğal yerleri tercih ediyorum. Mesela iki hafta önce bir cumartesi günü Milano'ya yakın bir yerlere kaçamak yapalım dedik. Seçenek çok, deniz olabilir, plaj olabilir. Melis'in erkek arkadaşınınsa senelerdir gittiği, çok az kişinin bildiği nehir kenarında bir yer vardı. Böylece biz cumartesi sabahı erkenden kalktık, köpeklerimizi aldık, arabaya atladık ve Rovaiola'ya gittik. Patika bir yokuştan pıtı pıtı indik. Fiona zıplaya zıplaya indi hatta, önden gitti sonra bana koştu bekledi yine öne koştu. Baya mutluydu anlayacağınız. Tatlı bir nehir kenarına indik. Havlularımızı serdik, plaj şemsiyelerimizi açtık. Herkes (ben hariç herkes) yemek yapmış getirmiş, içkiler alınmış, ooooh yayıldık, ben de bir işe yarayıp müzik sistemi getirmiştim. Yemeklerimizi yedik, şaraplarımızı içtik, buz gibi nehre atladık köpeklerimizle. Bir ara hepimiz güneşin altında uyuyakalmışız. O kadar huzurlu, doğal ve güzel bir gündü ki...

Eski ben olsam, bu kadar keyif alır mıydım, yoksa konforlu bir tesis mi arardı gözlerim inanın bilmiyorum.

Bir de yurtdışına çıkınca, çılgınlar gibi, görmemiş gibi alışveriş yapardım eskiden. Şükür artık bunu yapmıyorum, evet yine alışveriş yapıyorum ama bu kıyafet alışverişi değil. Yaptığım seyahati bana hatırlatıcak anılar topluyorum gittiğim yerlerden. Sonra bu anıları evimde görmek o kadar mutlu ediyor ki. Magnetler, seyahat esnasında yazılan ve evime gönderilen kartpostallar, türk kahvesi içmelik bardaklar, ev dekorasyon eşyaları...Yaşlılığıma anı topluyorum anlayacağınız, hem evimin hem de beynimin her köşesini dolduruyorum.

Evet, yaşla beraber benim seyahat anlayışım değişti. Tek bir kategoriye sokamam kendimi. Ne sadece konforlu ve lüks tatil ne de salaş. Her ikisini de yeri geldiğinde seve seve yapıyorum. Saatlerce araba sürerek bir yere varmaktan da çok keyif alıyorum, Thy'nin bana küçük bir sürpriz yapıp biletimi businessa upgrade etmesinden de. (Hehe bunu kendim yapmıyorum valla, uçak ne kadar ucuza gelirse o kadar mutlu olan bir yapım var ama çok uçtuğum için arada canım thy beni ödüllendiriyor, sağolun varolun, covid sonrası yapmazsınız artık ama canınız sağolsun.) Londra'da lüks bir yerde yemek yemeyi de çok seviyorum ama denk gelince Hindistan'dan sokak yemeği denemeyi de kaçırmıyorum çünkü biraz midesizim sanırım. Yani çok şükür Çin'e gitmedim çünkü o yarasayı yiyen ve Covid'i başlatan uğursuz olabilme kapasitesi bende mevcut.

Denemediğim ve çok istediğim iki şey kaldı şimdi. Birincisi kamp yapmak, kamp yapan arkadaş çevresi edinmem lazım aşırı acil, annem yapmaz çünkü, diğeri de karavanla seyahat etmek. Aslında bu yaz yapabilirdim çünkü Melisler karavan kiralayıp 2 hafta Hırvatistan sahillerini gezicekler, beni ve Fiona'yı da çağırdılar ama ben sınırlar açılınca ailemin yanına gelmeyi kafaya koymuştum, nitekim de geldim. Ama hem Hırvatistan sahillerinde hem karavan seyahatinde aklım kaldı. İnşallah ben de yaparım en kısa zamanda.

Melis, biliyorum buraları okuyorsun, seneye yine yapsanıza, bu sefer söz gelicez söööööz!

You Might Also Like:
bottom of page