Bu sene ne Trakya Bölgesi yaptı yalnız. Ege'ye Akdeniz'e adımımı atmadım ama Trakya'yı keşfetmek çok hoşuma gitti. Hem eve yakın, hem insanı çok tatlı. Güneye inmek çok içimden gelmedi. Annemlerin yeni evi, Marmara Adası'nda dedemlerin yazlık derken zaten denize doydum. Hiç yoktan bir anda Edirne programı çıkarttım ve Trakya Bağ Rotasındaki bazı bağ evlerini gezdim. Gitmeden önce bir tanesinde de konaklamalı kalmak istedim. Hiç gitmediğim bir yer olsun istiyordum, o yüzden Barbare'nin hizmetini çok sevmeme rağmen Arcadia'yı denemek istemiştim. Nasip olmadı çünkü Fiona konusundaki tavırları çok hoşuma gitmedi. Köpek alıyorlar ama köpek odadan çıkamıyor ve ortak alanlara giremiyor. Tabii ki bu işletmenin kendi tercihidir, kimi evcil hayvan dostu olmamayı tercih edebilir, kimi küçük çocuk almamayı. Hayvan dostlu olmayan yerleri tercih etmemek de benim hakkım. Ama yine de Arcadia'ya da kapılarımı kapatmıyorum, belki Fionasız giderim belki onlar bu politikalarını değiştirirler. Bakıcaz artık seneye:) Hal böyle olunca bana yine Barbare yolları gözüktü, iyi ki de öyle olmuş.
Barbare'de konaklarsanız, her şey dahil sistem var. Sabah, öğlen ve akşam yemeği, sınırsız Barbare şarapları, sınırsız çay & kahve, tadım menüsü, bağ gezisi fiyata dahil. İki tarz odaları var. Balkonlu olan 1.750 tl (cumartesi, bayram ve hasat zamanları fiyat daha yüksek), standart oda 1.470 tl (Yine gideceğiniz tarihlerde kontrol edin.) Bu 1.470 tl iki kişi tüm her şey dahil sistemi karşılıyor.
Bir pazar günü, Marmara Adası'nda Barbaros Limanı'na indim. 15 dakika sonra Barbare'deydim. Daha odaya check in yaparken işletmenin jestleri başladı. Pazar günleri aklınızda bulunsun çok kalan olmuyor. Hatta o pazar tek misafir bizmişiz. Bu yüzden odamızı ücretsiz upgrade ettiler, iyi mi?
Fiona olduğu için balkonlu değil direkt bağlara açılan bir oda verdiler, rahat rahat tuvalete çıktı. Önünde tatlı bir masa, deniz ve bağ manzarası. Valla çok güzeldi.
Güzel bir şişe rose açıp hemen öğle yemeğine geçtik. Sıcacık yaprak sarma, mücver, salata, sigara böreği, ana yemek olarak da bulgur pilavı ve Tekirdağ köfte. Ardından da peynir tatlısı. Lezizdi.
Sonra bir klasik olarak, bağ manzarasına karşı tadım yaptık. Fiona bile yaptı. Çocuğum hiç fotojenik değil, zaten poz vermeyi de başaramıyor, ya gözleri kapalı çıkar ya esner.
Barbare'ye sadece şarap içmeye gidiyorsanız, mekan saat 20'de kapanıyor. Saat tam 20'de, öğlen ağzına kadar kalabalık olan mekan bir anda boşaldı, tek konaklamalı misafirler biz olduğumuz için resmen bize kaldı. Fiona'nın tasmasını çıkarttırdılar. Özel şişe şaraplar açıldı. Sanki evimizde gibiydik, tek fark bu geceki evimizin 360 dönümlük, evet yanlış duymadınız, bir bağ evi(!) olmasıydı.
Güneşi tatlı tatlı batırdıktan sonra geçtik akşam yemeğine. Ara sıcaklar falan derken, Barbare Bey napıyorsunuz?, kuzu incik geldi. Yok böyle bir tad. Bizi şımartıyorsunuz ama:)
Bizim yemek bittiğinde, çalışanların da mesai saati bitmişti. (Tabii ki resepsiyonda sabaha kadar bir görevli var.) Yemek salonunu bize bırakıp gittiler:) Bundan kastım, bize barı bıraktılar. Dilerseniz şarap dilerseniz çay & kahve, istediğinizi alın diyerekten.
Ertesi sabah müthiş bir huzurla uyandım. Alabildiğine bağlar, tatlı tatlı doğan güneş, yavaştan çalışmaya başlayan işçiler, traktörler. Ben sanırım bu çiftlik hayatını seviyorum, ilerde şehirden kaçıcam kesin belli oldu. Trakya olur, Toskana olur, bir ülkenin böyle bir bağ bölgesinde yaşamak çok istiyorum. Kahvaltıdan önce küçük bir yürüyüş yaptık, huzurdan ölücem öyle güzel bir yer.
Yine mekanın sahibi geldi diyerekten kahvaltı salonuna geçtik, bize önce güzel bir kahve yaptılar, çalışanlar yavaştan gelmeye başladı, artık dünden sonra baya tanıdık olmuştuk. Fiona özgürce etrafta koşturuyordu, hemen o da ev belledi orayı. Sonra mükellef bir kahvaltıya oturduk. İsraf yok, gözü dönmüşlük yok ama sofrada tek bir eksik de yoktu.
Check out saati geldiğinde biraz kalbim sıkıştı. Güzel bir yeri bırakırken, sevdiğim insanlardan ayrılırken, hele de öğlen saatlerinde, havada bir huzur kokusu varsa kalbim acır benim. Hatta şu anda bu yazıyı Milano'daki evimde yazarken bile bir hüzün çöktü üstüme. Hayır bir de hüzünlü bir klasik müzik playlisti açtım, kendime işkence mi ediyorum nedir? Gözümdeki yaşlar bıraksam pıt pıt dökülücek. Dedim ya, vedaları sevmiyorum ben. O zaman vedalaşmayalım, gelecek yaz yine buluşuruz Trakya'nın güzel bağlarıyla, annemle, babamla, onların 2 azman ama sevgi dolu köpekleriyle, İstanbul'un keşfedilecek güzel semtleriyle, Marmara Adası'yla ve sevdiklerimle...