Yine ben ve yine kafamda yeni düşünceler…
Bir süredir üzerinde en çok düşündüğüm konulardan birini bloga taşımaya karar verdim. Bakalım aklımdakileri size aktarma konusunda başarılı olucak mıyım? O zaman alın çayınızı gelin sohbete.
Öncelikle slow life nedirden başlayalım. Slow life, hayatı yavaşlatarak daha bilinçli ve keyifli bir şekilde yaşama felsefesidir. Acele etmek yerine anın tadını çıkartmayı, doğayla ve kendinde uyum içinde olmak ve sadeliği seçerek küçük şeylerde mutluluğu bulmaktır. Tüm bu tanımda bilin bakalım ne yok? Büyük şehir hayatını temsil eden her şey! Ve birçoğumuz büyük şehirlerde yaşıyoruz çünkü iş ve sosyal imkanlar tam olarak da büyük şehirlerde.
Ben 20li yaşlarımda, yani daha genç, toleranslı ve hayata karşı açken büyük şehir hayatını gerçekten çok seviyordum. Hızlı hızlı yürümek, devamlı bir yerlere yetişmek, gündüz çalışıp gece sabaha kadar dışarda olmak ve yorulmamak, sürekli bir yerlere rezervasyon yaptırmak, tıklım tıklım barlarda takılmak. Bunların hepsi bana çok heyecanlı geliyordu ve hayatı hiçbir şey kaçırmadan yaşadığımı düşünüyordum. Seyahate çıktığımda, bir sürü rezervasyonum olurdu, turistik her yeri görmek, her farklı yemeği tatmak, her yere ve her şeye yetişmek. Bana yakışan her kıyafete sahip olmak, daha çok marka çanta almak, her programa evet demek. Kendimi çok sosyal, çok dolu ve çok şeye sahip hissediyordum. Kendimi eleştirmek için söylemiyorum bunları, o zaman böyleydim, böyle hissediyordum ve böyle mutluydum. Önemli olan da bu, mutluydum. Ancak yaşla beraber, ki doğru olan da bu, insan değişmeye başlıyor. Demiyorum ki her 20lerinde benim gibi olan insan, 30larının sonunda değişmeye başlıcak ama ben bir şekilde eski bakış açımdan farklı düşünmeye başladım. Özellikle kişisel gelişim ve kendimi tanımaya çalışmak çok ama çok yardımcı oldu.
Peki şimdiki ben nasılım?
Ben bugün ne sabah kalktığında güne meditasyonla başlayan , doğada vakit geçiren, sakin ve yavaş hayatın hakkını vererek yaşayan insanım ne de doyumsuzca, hızlı hızlı, her yere ve herkese yetişmeye çalışan tüketim çılgınıyım. Tam ortada bir yerdeyim. Bu ya normalde de aşırı uçları sevmeyen bir insan olmamdan kaynaklı ya da hala bir şekilde büyük bir şehirde yaşayıp sistemden tam olarak atılmamak için direnmemden. Ama yıllar öncesine göre bir şeyler değişti e tabii artık Çelik de değişti. (Sabit kalan tek şey kötü mizah anlayışım.)
Peki hem büyük bir şehirde yaşayıp, hem stresli bir iş hayatına sahip olup hem de slow life’a dair neleri yapabiliriz? Öncelikle ben bir guru değilim, kişisel gelişimimin bence hala başlarındayım, o yüzden yazdıklarımın çok bilgiççe gelmesini istemem. Ben kendi hayatımda hangi ufak değişiklikleri yapıp bunlardan memnun kaldım onu anlatabilirim.
Uzun bir süredir haftaiçi çıkmayı bıraktım. Kendimi bir şeyler kaçırıyormuş gibi hissetme düşüncesi beni cidden yoruyordu. Sürekli sosyal olma zorunluluğum varmış gibi. Haftaiçlerini ya sadece kendime ayırıyorum ya da arkadaşlarımı kendi evimde ağırlıyorum ya da onların evine gidiyorum. Dışarı çıktığımızda önce rezervasyon yap, yer bulursan tabii, sonra 2 saatlik süre limitinde sosyalleşmeye çalış, o esnada arkadaşların ya telefonlarına, ya etrafa bakıyor olsunlar, fotoğraf çekilsin, fotoğraf postlansın, kaç like gelmiş? Arkadaşlarımı evimde ağırlamaya dair en sevdiğim şey samimiyet ve aslında daha saf daha derin bir paylaşım yapmak onlarla. Kendime makyaj yapmak veya kıyafet seçmek yerine dışarı çıkmak için, süpermarketten yemek seçmek, soframı hazırlamak, müziği seçmek, karşılıklı sohbet etmek ve gülebilmek.
Bir sürü akşam rutini oluşturdum haftaiçleri. Mesela köpeğimle dışarı çıkmak ve o bir saatlik yürüyüşü sevdiğim insanlarla ses kayıtlaşarak geçirmek. Sonra eve dönüp Elvis Presley playlisti eşliğinde mevsimin sebzelerinden sağlıklı yemekler yapmak. Artık evime paketli ürün sokmuyorum. Hızlıca yiyip uğraşmayım diye sipariş etmiyorum. Mevsim sebzeleri hem doğaya uyumlu hem de temiz beslendiğimi hissettiriyor bana. Yemek sonrası cilt bakımı rutinim var. Mumlarımı yakıyorum, anda kalarak, cildim için kendim için yaptıklarımın keyfine vara vara. Şimdi kış olduğu için sıcak su torbası hazırlayıp ayaklarımın altına koyuyorum, sıcacık bir çay, mumum yine takip ediyor beni ve ben her akşam yatağa girdiğimde 10 dakika meditasyon yapıp, sonra da kitap okuyorum. Her akşam yaptığım bu rutin o kadar iyi geliyor ki.
Minimalist yaşam, sadeleşme, tüketim çılgınlığından uzaklaşma da slow life felsefesine uygun ve biliyorsunuz eylül ve ekim ayım bununla geçti: tık tık
Bazen sabahları insanları görüyorum, hızlıca kahvelerini kafaya dikip yine hızlıca yürüyorlar. O kahvenin kokusunu hiç almadan, o kahveyi içerken tadını düşünmeden, anda kalmadan, keyfini çıkartmadan. Maksimum kaybedilecek bir dakikada, o an olduğun anda kalarak o kahveyi içmek aslında o kadar büyük bir kazanç ki. Ya da çok lüks çok zor yer bulunan bir mekana gidip etrafı kesip, bolca fotoğraf çekmektense bir göl kenarında taze havayı içinize çeke çeke, ağaçların rengine dikkat ederek, yanınızda sevdiğiniz bir insanla yürümek belki sizi çok daha mutlu edebilir. Bu arada yanlış anlaşılmasın lüks mekanları ben de çok seviyorum ama amacım artık her hafta oralarda olabilmek değil. Canım istediği zaman evet ama şu sıra bana büyük şehirlerde yaşayan bizler için bir göl veya deniz kenarı veya dağ çok daha lüks bir şeymiş gibi geliyor.
Biliyorum herkesin çok yorucu ve zor bir iş hayatı ve bir çok aile sorumluluğu var ama 10 dakika için bile olsa anda kalmak, meditasyon yapmak, yediğiniz yemeğin farkına varmak, yanınızdaki insanların kıymetini bilerek kendinizi onlara vererek vakit geçirmek, seyahate çıktığınızda daha çok koşturmak daha çok görmek yerine lokal hayatı yaşamaya çalışmak, popüler yerlerde insan içinde olmaya ayda bir gün ara verip o günü doğada geçirmek, ihtiyacınız olmayan şeyleri almamak, evinizi eşya çöplüklerine dönüştürmemek aslında o kadar da zor değil.
Hem hayatımın gidişatı hem de benim gelecek isteklerimle 2 aşamalı büyük şehirden uzaklaşma planım var. Önce küçük ama yine Milano’ya, iş imkanlarına yakın, hayatın daha sade ve daha yavaş aktığı bir şehir, daha yaşlandığım dönemdeyse Toskana’da doğa içersinde, köpeklerimle dolu tatlı bir ev. Hayat çok kısa, çok hızlı, sadece bir tane ve çok kıymetli. Farkına varmadan, tadını çıkartmadan geçip gitmemeli.
Comentários