top of page

Ege Roadtrip Son Durağım: Datça


Geldik seyahatimizin son Ege durağına. Ama ondan önceki etaplar için tık tık:

Şirince'den yaklaşık 4 saat sonra vardık Datça'ya. Marmaris üzerinden geçerken yangının tahrip ettiği yerlerden bir kısmını gördük, gerçekten içimiz de yandı. Yangınlar, biz bu seyahate çıkmadan 1.5 hafta önce başlamıştı. Bir türlü bitmek bilmeyince Datça seyahatimizi iptal etsek mi acaba diye bile düşünmüştük. Bittikten sonra, zaten covid yüzünden perişan olan halkın, bir de yangın sebebiyle zora düşmesini istemeyip iptal etmedik. İyi ki de öyle yapmışız ama anladığımız kadarıyla bir sürü de iptal eden olmuş. Açıkçası onlara da hak vermiyor değilim, insanın tadı kaçıyor, bunca olay yaşanmışken oralarda tatil yapası da gelmiyor. Bu sebepten otelimiz biraz boştu. Biz Otel Mavi Beyaz'a rezervasyon yaptırmıştık. İyi ki de öyle yaptırmışız. Tam Palamutbükü'nde, denizin dibinde, sahili çok güzel, odaları küçük bungolovlar, çalışanlar inanılmaz kibar. İçeri girdiğimiz anda otelin jestleri başladı, biz normalde denizi yandan gören odaya rezervasyon yaptırmıştık, upgrade olduk. Çok seviyorum eğer imkanı varsa müşterisini böyle şımartan yerleri.

Bavullarımızı odaya bırakıp mayolarımızı giydiğimiz gibi kendimizi otelin plajına attık. Gerçekten Palamutbükü'nün denizi inanılmaz güzel ama biz önce güzel bir türk kahvesiyle kendimizi şımarttık.

Araba kullanmaktan yorulacağımızı biliyordum o yüzden akşam yemeğini otelimizin içindeki Lokanta Tevfik'te yemeye karar vermiştik, yanlış bir seçim olmuş...Ne yemek söylediysek hepsi mi kötü olur, hepsi kötüydü!

Girit ezme tatsız tuzsuz, ahtapot lastik gibi, kalamarın zaten görüntüsü bence herşeyi tek başına anlatmaya yeter...Yine de ben oteli gerçekten öneriyorum, öğle ve akşam yemeklerinizi burda yemezseniz, geri kalan herşey mükemmeldi.

Yemekten sonra Palamutbükü'nde biraz yürüyüş yaptık, sıra sıra bir sürü restoran, dondurmacılar, incik boncuk satan yerler...Hareketli ve güzel bir sahil.

Ertesi sabah erkenden kalktık, beni instagramdan takip edenler bilir, annemlerin Heidi ve Peter isminde iki akbaş köpeği var. Heidi hamileydi, o gece onun tamı tamına 10 bebiş doğurduğunu öğrendik. Bu haber, ailenin bir kısmında sevinçle karşılanırken (babam, ben , Göksu), ailenin bir kısmı tarafından (annem, Fiona) ben size kısırlaştıralım demiştim, şimdi ben bakıcam, yine bana kaldı söylenmeleri ve kıskançlıkla (bu kısım sadece Fiona’ya ait) karşılandı. Sonra güzeller güzeli otelimizde kahvaltıya indik. Ben bu kahvaltılıklara herkesin saldırmaması, bir görevlinin seçtiklerimizi doldurması olayını aşırı sevdim, buna covid sonrası da devam edelim lütfen, hem ziyan azalıyor, hem kimse yemeklere öksürmüyo hem de aynı kaşığa 300 kişi dokunmuyoruz.

Kahvaltı bitip de etrafta öksüren insanları görünce kalkma zamanının geldiğini anladık. Zaten ben artık öksürük duyduğum anda anneme küfür edilmiş kadar oluyorum. Erkenden, Can Yücel'in de evinin olduğu Eski Datça’ya gittik giyinip süslenip (annem normaldi, ben sabah 10 için gereksiz süslendim, neden? Çünkü foto çekicem , sanki 1.54 boyumla modelim çünkü) Ohhh daha kimse yoktu, anne ayağımı çekmemişsin neden anne, neden o evin tepesini almadın anne, en az 3 yaşında bir bebek kadar soru sorup kadının sabrını sınadıktan ve cennetlik olduğuna kanaat getirdikten sonra bana bi rahatlama geldi. Ohhh istediğim fotolar olmuştu. Şimdi bir gazoz içebilir, hediyelik alabilir, anacığıma teşekkürler edebilirdim. Saat 11 gibi insanlar gelirken biz geri dönüşe geçmiştik. Akın akın gelen insanları gördükçe “Ay anne tüm bu insanlar fotolarıma giricekti, ben bu işe sinir olucaktım, sen bana sinir oldum diye kızıcaktın, biz bi gerilicektik, resmen erken gelerek aile saadetimizi koruduk.” dedim. Gülümsedik çünkü ikimiz de bunun gerçekçi bi senaryo olduğunu biliyorduk.

Bu arada ben bademli Datça Gazoz'un tadını çok ama çok sevdim. O sıcağın altında yürüdükten sonra resmen kana kana tek dikişte içtim ben onu.

Eski Datça'da beni en mutlu eden şeylerden biri de, hediyelik eşyacılar oldu. Ben çok seviyorum tatile gittiğim yerlerden orayı hatırlatan ıvır zıvırları alıp evime koymayı, baktıkça oraları hatırlamayı. Kabak süslerinden biri, şu anda Milano'daki evimin terasında, baktıkça içim açılıyor.

Deniz için yeniden otelimize döndük ama bu sefer önceki geceden dersimizi almıştık, öğle yemeği için Palamutbükü'ndeki başka bir yeri, bu sefer ev yemeği yapan bir restoranı tercih ettik. Ben ayşekadın aldım, annemse çiğbörek ve o çok beğendi. Yerin ismini yazmamaya karar verdim çünkü tuvalete girmek için içeri gidince, hijyen açısından harika gelmedi. Ne zan altında bırakmak istiyorum ne başka bir şey, belki püripaktır, kimsenin günahını almak istemem ama bana genel olarak restoranların içi çok çok iyi gözükmedi. Herkesin, 'Kesin yemeden dönme.' dediği Tekin Usta'dan dondurma aldık, niye bu kadar abartıldığını yine anlamadım. Birazdan daha detaylı anlatıcam ama ben Datça'yı çok sevsem de yemek konusunda çok hayalkırıklığına uğradım. Büyük ihtimalle ben yanlış yerlere gitmişimdir.

Tüm günü denizde geçirdikten sonra, akşam yemeği için Kumluk Plajı'na gittik. Yan yana sahile masalarını atmış restoranlar, ışıl ışıl, görüntü o kadar güzel ki...

Ben bir seyahate çıkmadan önce işimi şansa bırakmam, her şeyi iyice araştırırım. Nerde ne yenir öncelikli konumdur hatta. Kumluk plajının en iyi restoranları olarak Maradona ve Kekik geçiyordu neredeyse okuduğum her blogda. Ben de Kekik’e rezervasyon yaptırdım. Üst fotoğraftaki restoran Kumluk restoran, Kekik en sonda kalıyor ve asla böyle ışıklar içinde değil. Neyse dedim ki en azından çok güzel yicez. Ne yemek sipariş ettikse hayalkırıklığı çıktı dostlarım. Ben gerçekten nasıl bu kadar isim yapmış inanamadım. Ve gerçekten bu restoranlar pahalı! Bir dünya para alıyorlar ve yemekler asla aldıkları paranın hakkı değil. Bir yemeğe şans vermedik, ne kadar şey denedik göstermek için fotoğraflarını koyuyorum:

Bu sadece Datça için geçerli değil, İstanbul’da da durum bu. Hem geçen yaz hem bu yaz İstanbul’da manzarası ve yemekleriyle en sevdiğim yer olan Sunset’e gittim ve bu sene itibariyle bir daha gitmeme kararı aldım. Dünya kadar para alan yerde yemekler resmen sofrada kaldı. Sadece manzarasıyla Arap zenginleri için turistik bir yere dönüşmüş. Ben ücretlerin artmasını anlıyorum, TL’nin değersizleşmesi, covid derken bir yandan hak veriyorum da benim sorunum yemeklerin kötüleşmesi. Ben bu yorumları yapınca iki tarz tepki aldım:

1) Oh be , birileri her şey harikaymış gibi yapmayı bıraktı.

2) Sen İtalya’da iyi yemeye alıştın.

İkincisine cevap vericem. Bizim ülkemizin de tıpkı İtalya gibi 3 tarafı denizlerle çevrili. Bir kalamarı da güzel yapmayı başarabilmeliyiz ya! Ben demiyorum fettucine yedim, italyan yemeği, kötü çıktı. Bir levrek marin de kötü olmamalı diyorum. Bizim iklimimiz de İtalya gibi akdeniz iklimi. Malzemeler nasıl daha kötü olabilir? Yani ben İtalya’da güzel yemeğe alıştım, Türkiye zaten hep böyleydi benim bir anda gözüm açıldı değil. Ben zaten 2005 - 2011 arası Milano’da yaşamıştım. Türkiye’deki bu durum yeni arkadaşlar bana inanın.

Buralarda yaşayan arkadaşlarımsa, Kekik’te tabii ki iyi yemezsin, bilmemne restoranı var manzarası yok ama yemekler harika demiş. Ben sadece yemek istemiyorum ki, yemek artı manzara istiyorum. Ve füzyon mutfağı gibi zor bişey de istemiyorum, TEK İSTEDİĞİM KALAMAR TAVA VE TARATOR. Onu da iyi yemek için manzaradan vazgeçmeyelim ya turist olduğumuzda. Şu denizin öteki yakasında bir başka ülke var dostlarım, balığı aynı denizden çıkan, iklimi & doğası birebir aynı olan, yine böyle kuma masalarını atmış, aynı yemeği onlar hem daha lezzetli hem onla çarpmaya rağmen daha ucuza yapıyorsa bir oturup düşünmek lazım.


Ertesi akşam Dutdibi'ne rezervasyon yaptırmıştım ama onu da iptal ettik nasılsa hayalkırıklığı çıkıcak diye, kalan günlerimizde süpermarketten meyve ve sandviç malzemesi aldık, onları yedik.

Olsun, yine de Kumluk Plajı'nı görmesem üzülürdüm. Yemekten sonra güzel bir yürüyüş yaptık, yine incik boncuk satan yerler vardı, yiyemediğim balığın kolyesini aldım, hala keyifle takıyorum.

Ertesi gün tüm tatilimizin son günüydü o yüzden biz tüm gün tembellik yaptık desem yeridir. Ne yeni plaj keşfettik, ne tekne gezisine çıktık, ne Knidos'a güneşi batırmaya gittik karar verdiğimiz gibi. Tüm gün otelimizin plajında dinlendik, denize atladık, arada odamıza gidip kendimize türk kahvesi yaptık, evet biz her tatile kahve makinamızı ve bardaklarımızı götürür bol bol kendimizi şımartırız. Akşam Palamutbükü'nde son bir yürüyüş ve alışveriş yaptık.


Dönüşte İstanbul'a kadar araba kullanacağımız için en azından yolun bir kısmını atlatmak için arabalı feribotla Bodrum'a geçtik. Feribotun kalktığı Marina o kadar tatlıydı o kadar güzel mekanlar vardı ki anlatamam. Kesin uğrayın.

Yine yolculuk öncesi termosumuzda çay ve kahvelerimiz hazırdı, covid sebepli herkesten uzak durmak için feribotun en üstüne çıktık, içeceklerimizi aldık ve geri dönüş için yola koyulduk.

Bu mükemmel hafta için canım anneme çok ama çok teşekkür ederim. Bir sürü güzel anıyla döndüm eve. Şu anda Milano'da, bir pazar günü, elimde bitki çayım ve açtığım klasik müzikler eşliğinde bu yazıyı yazarken o günlere döndüm, suratıma kocaman bir gülümseme geldi. İyi ki varsın anne...En güzel anılarımın mimarısın. Sen hep ol.

Not: Bu bir Datça Gezi Rehberi değildir, daha çok plaj, tekne gezileri ve mekan bilgisi almak isterseniz, Hohhoyyt ve Yoldabiblog'un yazılarını öneririm. Ben daha çok anılarımı anlattım.

Comments


You Might Also Like:
bottom of page