top of page

Kendini Sürekli Üretken Olmak Zorunda Hissetmek


Tahminimce covidle başladı bu. Sadece kendimde değil çevremde de gözlüyorum. Salgın başlayıp evlerde daha çok zaman geçirmeye, hobilerimize, gezmeye, seyahate, yemeklere, sinemaya ara vermek zorunda kaldığımızdan beri hayatı kaçırmamaya çalışma baskısı geldi hepimize. Herkes durmadan bir şeyler üretmek zorunda hissediyor kendini. Ekmek yapmalıyım, pizzamı da kendim yapmalıyım, evde spor yapmalıyım, örgü örücem, şimdi resim yapıcam, sürekli bir aktivite baskısı koyuyoruz kendimize. En azından ben öyle yapıyorum.


Pazartesiden cumaya çok yoğun çalışıyorum, hele bu sene de Sanremo'ya gideceğimiz kesinleşince hafta içi çalışmam en erken saat 22.00'de bitiyor. Ertesi sabah yataktan kazınarak kalkıyorum ama kendimi biraz meditasyona, biraz yürüyüşe zorluyorum. Gün içersinde biraz ara bulduğumda evi temizliyorum, kısacası bir saniye durmuyorum. Akşam belki biraz Netflix izlerim diyorum ama açtıktan 5 dakika sonra gözlerim kapanıyor bile. İşte bu yüzden haftasonu geldiğinde üzerimde inanılmaz bir 'kendim için bir şeyler yapmalıyım.' baskısı hissediyorum. Bu arada iş duruyor dersem yalan söylerim. Bu pazar günü size bu satırları yazarken bile cep telefonuma bir sürü mesaj geliyor. Hayatımın iş ve uykudan ibaret olmasını istemiyorum. Sabah erken uyanıyorum gene ki, haftasonu hemen bitmiş olmasın. Fiona'yı alıp parka yürüyorum, biraz hareket etmiş olayim, o da bütün hafta benle eve kapalıydı biraz eğlensin baskısı oluyor. Arkadaşlarımı arıyorum, ya parkta ya benim evde buluşuyoruz, yemek yapıyoruz. Evin hafta içinden bir farkı olsun diye bütün cumartesi-pazar şöminemi yakıyorum, çünkü pazartesiden cumaya ofisim olan salon en azından 2 gün gözüme farklı gözüksün istiyorum.


Dün Melisle buluştuk mesela, önce parka gittik sıcak şarap içtik, sonra merkezi çok özlediğimi fark ettim, Montenapoleone, Brera, en çok sevdiğim Milano sokakları, orda bir mekandan takeaway yaptık, kızarmış patatesler, club sandviçler, şaraplar, mekan dışarda ayakta durmalık masalar koymuş, oraya kurulduk gelen geçeni izledik, yan masadakilerle sohbet ettik, o kadar özlemişim ki böyle şeyleri. Sonra yine eve yürüyerek döndük. Yaklaşık 12 km yürüdüm dün, sonra şömine & kahve & Netflix yaptık. Bugün de başka arkadaşlarım gelicekti aslında bana. Yemek yapıcaktık. Sonra her sabah meditasyon esnasında sorduğum soruyu sordum kendime. Bugün vücudumu nasıl hissediyorum? Ağır mı hafif mi? Ağır, hem de çok ağır, dün üşümüşüm hafif bir boğaz ağrısı ve bolca yorgunluk. Yapmak istediğim çok şey vardı, Fiona'yla yürüyüş, evi temizlemek, bir de güzel bir haber aldım, master yaptığım üniversitem okulda bir ders vermemi istedi, onun sunumuna bakmak, yeni bir yağlı boya tablo aldım onu boyamak, arkadaşlarım için şömine yakıp sofra hazırlamak. Böylece dolu dolu bir haftasonu geçirmiş olucaktım. Ama aslında tek istediğim Fiona'yla yataktan çıkmamaktı. Telefonu elime aldım, akşam gelecek arkadaşlarıma mesaj atıp özür dileyerek akşamki programı iptal ettim. Ne sunuma baktım ne resim yaptım. Sıcak bir çay ve Fiona'yı alıp yatağa girdim. Netflix'teki aşırı trash bir programı izledim, o kadar yataktan çıkmak istemedim ki mumlarımı odama getirdim, yemek siparişi verdim onu bile yataktan çıkmadan yedim. Bugünü hiçbir şey yapmadan geçirmek ve bunun için suçluluk hissetmek istemiyorum. Sürekli bir şeyler yapma, zamanı boşuna geçirmeme baskısını üzerimden atmak istiyorum. Varsın bazen boşuna aksın o zaman, bir pazar da hiçbir şey yapmadan geçsin, bugün ne yaptım diye kendime sorup, kocaman bir sıfır cevabıyla suçluluk duymak istemiyorum. Dilediğim kadar uyuyim mesela, aman pazar hemen bitmesin diye alarmı 9'a kurmadan ne kadar uyumam gerekiyorsa uyuyim, ev biraz kirli kalsın, zaten iki gün sonra yine kirlenicek, iki gün sonra temizlerim, bugün de resim yapmayıvereyim, sunum birkaç gün beklesin.


34 yıllık yaşantımda ne zaman 'vakit kaybediyorum, şunun da zamanı geldi de geçiyor' düşüncesine kapılsam, o panik bana hep yanlış kararlar verdirtti. Yaşım geldi evleneyim, yaşım geldi çocuk yapmalıyım. Oysa beklemem yaşımın değil o şeyin zamanının gelmesi. 2020'de vaktim hep akıp geçen zamanın peşinden koşturup boşa gitmemesi için uğraşarak geçti, hep doldurmaya çalışarak. Tabii ki demiyorum ki her günü yatakta geçireyim, hiçbir uğraşım olmasın. Tabii ki olsun, tabii ki zaman dolu dolu geçsin, ama bazen de insana en iyi gelen bir şeyler için çabalamayı bırakıp vücudunu ve zihnini dinlendirmek. Şimdi izninizle, yeni bir bardak çay doldurup, gelişimime hiçbir katkısı olmayacak bir program açıp sakinliğin tadını çıkarıcam.

Komentarze


You Might Also Like:
bottom of page