top of page

Sosyal Medyasız, Plansız, Programsız Paris Seyahati:


Herşey bir çarşamba akşamı, kardeşim Göksu'nun beni arayıp Fransız bir arkadaşının onu haftasonu için Paris'e davet ettiğini, onlara katılmak isteyip istemediğimi söylemesiyle başladı. Bilen bilir ben programlarımı neredeyse birkaç ay öncesinden yapar, günlük yapacaklarımı saat saat tıpkı oya işler gibi excelime işlerim. Öyle çok son dakika programlarının insanı değilimdir ben, restoran, müze ne varsa önceden rezervasyonları yapılır. Bu sene ise, bazı kararlar aldım, bu kararları daha sonra bir blog yazımda paylaşmayı düşünüyorum zaten ama öncesinde aldığım kararları uyguluyorum ve sadece sonucu iyi olursa yazıcam:) Yeni kararlarımdan biri, daha spontan olmak ve önerilere hayır dememek, sadece evde yatmak istesem bile kendimi zorlamak. Çünkü evde otururken başınıza asla enteresan bir şey gelmez, öyle değil mi? Böylece perşembe sabahı ilk iş Paris biletimi aldım, bavulumu hazırladım, Fiona'nın bakıcısını ayarladım, ne restoran araştırdım, ne tek bir rezervasyon yaptım, hatta otel seçimini bile Göksu'nun arkadaşına bırakıp odanın fotoğraflarına bile bakmadım. Öyle de çılgın bir kız oldum ben bu 2022 yılında.


Cuma sabahı uçağa atladım ve hop Paris'teyim! Uçaktan indiğim gibi, koşarak kendime bir pain au chocolat aldım, daha iyi bir 'welcome to Paris' düşünemiyorum bile.

Ben daha önceden Paris'e 4-5 sefer gitmiştim o yüzden turistik olarak yapılabilecek herşeyi zaten yapmış sayılırdım, şimdi lokal olma zamanıydı. Hepimiz önce otelde buluştuk, Saint Germain bölgesinde tatlı bir oteldi, bavullarımızı bıraktık, Göksu'nun Fransız arkadaşı Margot'nun Fransız bir arkadaşıyla yemek yemek üzere Le Hibou'ya gittik. Masada kardeşim hariç kimseyi daha önceden tanımıyordum ama muhabbet o kadar doğal aktı, o kadar keyifliydi ki. Çok seviyorum farklı kültürlerden insanların bir masanın etrafında şaraplarını içip yemeklerini yerken sohber etmelerine. Sanki turist değildim de Paris'te yaşıyordum ve arkadaşlarımla random bir öğle yemeği buluşması yapmıştık. Ben kaz ciğeri sipariş ettim, inanılmaz severim. Yemek sonrası birkaç saat uyumak için otele gittik çünkü saat sabah 4'ten beri ayaktaydım. Akşam başladık Paris sokaklarını arşınlamaya:

Önce Montparnesse bölgesine, barlar sokağına gittik ve yemek öncesi bir şeyler içtik, sonraysa, Paris'te şimdiye kadar yediğim en iyi yemeği yediğimiz La Rotonde'e gittik:



Önden sümüklü böcek ve soğan çorbası sipariş etmiştik. Ben daha önce hiç sümüklü böcek yememiştim, Göksu yemiş ve öve öve bitiremiyordu. Adından mı nedir bilmem hep bir tiksinç gelirdi. Arkadaşlar ben hayatımda böyle lezzet görmedim. Tadı midye gibi, bol tereyağlı, pesto soslu, sarımsaklı bir sosla yapmışlar size anlatamam. Sümüklü böcekler bitince sosuna ekmek bana bana yemelere doyamadım. Soğan çorbası da muhteşemdi.


Ortaya muhteşem bir et söyledik, yanında patates yemeği ve patates kızartmasıyla.


Bitmiş miydi? Göksu'yla tatlı olmadan yemek bitmez. Bir de profiterol sipariş ettik. Patlamak üzereydik, yorgunduk, kendimizi odalarımıza attık ve misler gibi bir uyku çektik.


Ertesi sabah, otelde kahvaltı edip kendimizi yollara vurduk.

İlk hedef Shakespare and company isimli inanılmaz tatlı bir kütüphane & kitapçıydı:






Yürüyüş rotamızda, Notre Dame, Sen Nehri ve Louvre müzesi vardı. Şansa Göksu'nun üniversiteden çok yakın arkadaşı Anıl ve eşi Duygu, Duygu'nun kardeşi ve onun sevgilisi de Paris'telermiş. Yine çok random gelişen bir programla kendimizi sıcak çikolatalarıyla meşhur Angelina'da buluverdik. Tüm tatil boyunca yaptığım en turistik şey bu oldu diyebilirim. Keyifli bir sohbetle geçen güzel bir öğlen yemeği yedik.

Yemek sonrası iki grubun yeniden yolları ayrıldı. Biz önce ver elini Palace Vendome, ordan da Champs-Elysees.



O gün yürümelere doymadık ve güzel bir Paris manzarası için Galeries Lafayette'e geçtik. Herkesin alışverişe geldiği yere biz manzara için geldik ama söyler misiniz, muhteşem değil mi?


Fotoğraftan da görüldüğü üzere akşam yemeği zamanı gelip çatmıştı. Yine klasik ruhu olan bir restorana, Brasserie Vagenende'ye gittik.


Valla artık fotoğraflarını koymaya utanıyorum ama yine soğan çorbası, sümüklü böcek ve et üçlüsüyle takıldık. Yine muhteşemdi, yine sümüklü böcek sosuna ekmek bandım. Ama bir önceki gece gittiğimiz restoran daha başarılıydı.

Günlerden cumartesiydi, geceydi, Paris hareketliydi, biz de St Germain des Pres bölgesinde birçok mekan arasından birini seçip biraz bir şeyler içtik. Uzun zamandır müzik sesinin, insan sesini bastırdığı bir mekanda bulunmamıştım, o kadar iyi geldi ki, sonunda kendimi yeniden genç hissettim.



Birbirinden güzel mekanlar, sokaklarda cıvıl cıvıl insanlar. Resmen havam değişti ama yine de düşündüğüm kadar gençleşmemişim ki belli bir saatten sonra yorgunluk kendini gösterdi. Otele geri döndük. O gece başımıza, daha önce annemle Riga'da başımıza gelenin aynısı geldi, gecenin bir yarısı yangın alarmı çalmaya başladı. Artık daha hazırlıklıydım, önceden tecrübem vardı. Göksu'yu uyandırdım, ikimiz de cüzdan ve pasaportlarımızı aldık, Margot geldi ve hızlıca aşağı inmeye başlarken otel görevlisine denk geldik. Meğer yine birisi odasında sigara içiyormuş! Yapmayın şunu yapmayın! Bütün otel gecenin bir körü ayaklandı resmen...Neyse bir şekilde uyumaya geri döndük.


Son günümüzü, Paris'te daha önceden gezmeye fırsat bulamadığımız müzelere ayırdık. Bu arada aklınızda bulunsun, pazar günleri müzelerin çoğu ücretsiz.

İlk hedef 59 Rivoli. Buraya deyim yerindeyse aşık oldum! Koskocaman bir bina, bu bina sanatçılar tarafından bölüm bölüm kiralanıyor, bir yandan eserlerini yapıyorlar, bir yandan sergileyip satıyorlar. Binanın dışı da içi de muhteşem.







2. durağımız yine bir müze: Centre Pompidou


Bu müzenin en üst katında, inanılmaz güzel bir manzarası olan modern bir restoran var: Brasserie Georges. Öğle yemeğimizi burda yedik ve çok da memnun kaldık.



Son günümüzün son durağıysa Stravinsky Çeşmesi:


Her tatil yaptığım gibi, Göksu'ya, anneme, Eren'e ve kendime kartpostal yolladım:



Ve işte böyle, bir tatilin daha sonuna geldik. Ben uçakla Milano'ya döndüm, Göksu trenle Londra'ya.

Ben bu plansız, programsız, sosyal medyasız Paris seyahatimi çok sevdim. Tabii ki daha önceden hiç gitmediğim bir şehirde bunu asla yapmam ama bir lokalle gezmek, tüm seyahat boyunca ingilizce konuşmak, şimdi ne yapalım diye o an karar vermek inanılmaz hoşuma gitti. Bu sene Paris'e bir kez daha bu sefer anneciğimle gitmek ve bir gurme turu daha yapmak çok istiyorum. Teşekkürler Göksu bu son dakika seyahati için.





Comments


You Might Also Like:
bottom of page